Cumartesi, Mayıs 17, 2014

BAŞBAKANCILIK

Canın sıkılıyor biliyorum. Canın sıkkın her "standart" insan gibi.
Hadi gel seninle "Başbakancılık" oynayalım.
Ne? Kuralları mı bilmiyorsun? Mühim değil; kuralları sen koyacaksın zaten. Yani kim başbakan olursa, kuralları o koyuyor bu oyunda.
Ama elbette bazı temel kuralları var. Bizim oynayacağımız, "başbakanlık" oyununun, "Türkiye versiyonu".
Önce başbakan olacak kişi sabit fikirli olacak. Bu çok önemli. Parkur burada başlıyor. "Başlangıç noktası" burası. Kimseyi dinlemeyecek. Her şeyi en iyi ben bilirim diyecek. Diyaloğa,iletişime kapalı olacak bütün kanalları.
Oyunun bu kısmına "Dik duruş" diyoruz.
Bu bağlamda dünyaya kafa tutacak, herkese gider yapacak, tüm kafa tuttukları, gider yaptıkları kendisiyle "alay ederken" filan üstelik.
Her şeye, herkese karışacak. Yaşam standartlarını o belirleyecek. O ne derse o olacak.
Gaddar olacak başbakan  bu oyunda. Ölen çocukları meydanlarda, aileleri ile beraber yuhalatacak ama kendisini yuhalayanları dövecek (oyunda yumruk bonusu var). Konuları saptırabilecek her koşulda başbakan olan oyuncu. Yalan söylemekten, kışkırtmaktan hiç çekinmeyecek. Mesela "kabataşta saldırıya uğrayan türbanlı bacı" ya da "camide alem yaptılar" gibi masallarla milyonları oyalayacak. Milyonlarca insanın önünde, birilerini hedef göstermek, kilit bir başka nokta bu oyunda. Bknz: Mehmet Ali Alabora. Hedef gösterilenlere ne olur, halk arasında bölünmeler yaşanır mı, hiç umursamayacak. Zaten aslında ne kadar bölebilirse, o kadar iyi!
Bu uğurda mesela; "ÜLKENİN ASIL SAHİPLERİ" diye bir toplum ayracı atacak ortaya.
Yargıyı tanımayacak, saygı duymayacak ama aynı yargıya sığınacak işine geldiğinde.
Sürekli bir mağdur hali bu oyunda çok puan demek. Zenci olmak, hizmetkar olmak milletine; "hapisten çıkış kartı" kadar mühim. Fakat bu milleti yerde tekmeleyen birine bile kıyamayacak başbakan her kimse bu oyunda. "toplum vicdanı" asla umursanmayacak! Zaten kimseyi "yedirmeyecek".
Resmi olarak 12 yıl, aslen 40 yıldır eş güdümlü çalıştığı hocaları, cemaatleri bir anda düşman ilan edecek. Gözünün önünde yapılaşan yapıyı fark edemeyecek ama yine de "Asrın Lideri" olacak.
"pişkinlik" çok işe yarar bu oyunda.
Zayıf hafıza da aranılan bir özelliktir başbakancılıkta.
Sürekli bir inkar hali de geçerli akçedir. Suçlamaları devamlı "operasyon, montaj, şantaj" gibi laflarla geçiştirecek ve unutturmaya gayret edecek. Kendi halkını fırçalamak, azarlamak özellikle çok artı puandır başbakancılıkta.
Diğer oyunların tersine; bu oyunda "mızıkçılık" altın bonustur.
Daha çok "temel kural" var. Ayrıca doğaçlama da yapılabilir. Sınır yok, limit yok.
Çünkü aslında "hakem" yok.
Başbakan aynı zamanda , "başbakancılık Türkiye versiyonunda" sadece başbakan da olmayacak. Kral olacak, halife olacak, peygamber olacak, doğum kontrol uzmanı, derebeyi, imparator, diktatör...
Ne lazımsa, kim lazımsa o olacak başbakan.
Dedim ya; kuralları başbakan koyacak.
Çünkü hakem yok. Demokrasi yok.
Eeeee? ne diyorsun? Oynayalım mı?

Cuma, Mayıs 16, 2014

ANLAMADIM

anlayamıyorum.
Henüz 2 hafta önce, sadece 2 hafta , Soma Madenleri hakkında verilen araştırma önergesinin AKP'li milletvekillerince reddedilmesini...
anlayamıyorum.
"hedef 2023" diyen bir başbakanın 2014'e meydana gelen bir faciayı, 1800'lerin referanslarıyla "gerekçelendirmeye" çalışmasını, bu tragedyayı "normal gösterme" gayretini...
anlayamıyorum.
Yusuf Yerkel diye birinin, böyle bir zamanda, bu kadar acıya rağmen, herkesin cebinde bir kamera varken,herkes artık muhabirken, yerde yatan bir insana tekme atma cürretini, tekme atarkenki kararlılığını,suratındaki şeytanı ...
Bu şeytana verilen raporu, o raporu veren doktoru...
anlayamıyorum...
Aynı başbakanın, sadece sözlü protestolara katlanamayıp, şuurunu yitirip onlarca koruması varken üstelik, bir insanı darp etmesini,kendini "tutamamasını",içinde yaşadığı "Tanrı Kompleksinin" geldiği son noktayı...
anlayamıyorum...
Aynı başbakanın, darp olayından sadece dakikalar sonra kendisini protesto eden Soma halkını, Soma halkına şikayet etmesini, onları "ahlaksızlar, kendini bilmezler" diye aşağılamasını...
anlayamıyorum...
Aynı başbakanın, bölgeye kamyonlarla tabutlar gelirken, hala sandıktan bahsetmesini, "bunlara cevabı seçimde verdik" derken ki intikamcı yüz ifadesini,hıncını,kendi insanına olan nefretini...
anlayamıyorum.
Enerji bakanının, herkes "ışık yılında" yaşarken ve açıklama "sosyal medyaya" hemencecik düşmüşken; topu topu bir A4 uzunluğundaki açıklama resmi olarak yayınlandıktan 10 saat sonra bile "Şirketten gelen açıklamayı okumadım, bilmiyorum!" derken ki rahatlığını,genişliğini...
anlayamıyorum.
"DEVLET ERKANININ" zerre tozlanmayan takım elbiselerini, tayyörlerini...
anlayamıyorum.
Hala tek bir kişinin istifa etmemiş, görevden alınmamış olmasını...
Soma için üzülenlerin "ölü sevici" olarak tanımlanabilmesini...
DEVLET BÜYÜKLERİ (!) bölgeye geliyor diye bölgedeki en tehlikeli tek, tehlikeli canlı "acılı madenci yakınlarıyken" alınan "olağanüstü" güvenlik önlemlerini, bu uğurda gerçek insanların alandan, yakınlarından,umutlarından zorla uzaklaştırılıyor olmasını, bu süre zarfında "aksatılan arama7kurtarma çalışmalarını", kurulan hem mental, hem ruhsal hem fiziksel bariyerleri...
anlayamıyorum.
İnsanların "acılarını bile yaşamalarını", o insanlara çok görmelerini...
Neredeyse öldükleri için ölenlerin suçlanmasını...
RUHBAN SINIFTAN (!) gelen; "acınızı abartmayın ki, cennete gidebilsin yakınlarınız" zırvasını, buz gibiliğini...
anlayamıyorum.
"Madende toplam, kayıtlı kaç kişi vardı?" gibi net, temel bir soruya bile hala aynı netlikte bir cevap alamıyor oluşumuzu...
anlayamıyorum.
Saatlerce konuşulan ancak hiçbir şey söylenmeyen basın toplantısını...
anlayamıyorum.
"TOPLAMA KAMPLARINI" andıran fotoğraflarla, videolarla, VTR'lerle belgelenen sefaleti...
Buna rağmen tek bir geniş plan fotoğrafla, "maden mekanize edildi" diyerek hepimize, ama en çok cenazelere, adeta hakaret eden  şirket patronunu...
Hem "erkek evlat", hem de şirketin "CEO'su" Can kardeşin, tam da o günlerde sürekli Ankara'da önemli bir işi oluşunu...
anlayamıyorum.
Bu anlayamama işinde epey yol aldım ben.
Sen? sen ne vaziyettesin? sen anlıyor musun?
Ben baya iyi "anlayamıyorum".
Sonra işte...bir an...yine evde oturmuş hiçbir şeyi anlayamıyorken dedim ki;
"yunus, madem anlamıyorsun; yaz bari! Belki biri anlar; sana da anlatır".
Ben sana anlayamadıklarımı anlattım.
anlatabildim mi?