Cumartesi, Şubat 21, 2015

RAF

İnsan depresyona yatkındır. Kimse sevmez belki depresyonu ama çok itiraz da etmez. Kolay bir yerdir orası. Gitmesi,kalması kolaydır. Morali çabuk bozulur insanın. Hep hazırdır mutsuzluğa. Dramatiktir. Raf ömrü azdır insan moralinin. Süt gibidir insan.
Sevgilisi bozar insanın moralini. Eşi bozar, ailesi sıkar canını. Patronunu sevmez mesela hiç, Patronu bozar moralini insanın.Gider arabasını çizer, lastiklerni patlatır.Tuttuğu takımı çok tutar, çok sever, çok tuttuğu, çok sevdiği takımı üzer insanı.
Bir maçtan sonra günlerce evden çıkmayan insanlar tanıyorum maalesef.
İnsan hemen adapte olur depresyona. Yerleşir oraya. Hasta olmayı severiz aslında. Çok şey olur depresyona sokan insanı. Fakat bir ülke, yaşadığı ülke insanı depresyona sokar mı? Bunu yapmaya hakkı var mı bir ülkenin insanına?
Ülke-Vatandaş ilişkisi böyle hastalıklı kurulur mu?
Neden kurulsun? Ne gerek var?
Vatandaşın, ülkenin insanı ile bu kadar yüz-göz olması normal değil. Görevler çok belli aslında çünkü. Sistemler çoktan kurulmuş. O sistemleri çalıştırmak, denetlemek; o sistemlerden maksimum verimi almak ülkenin görevi. İnsan da kurallara uyacak, kanunlarda kalacak, çalışacak, vergisini ödeyecek...
"İdeal ülke-vatandaş ilişkisi" bu kadar kalmalı.
"İdeal" ülkede elbette. Bizim ki "Kartondan".
Fireni patlamış, yokuş aşağıya giden bir ülkede "ideallerden" bahsedemiyoruz. Yol hem yokuş aşağı, hem virajlı... Ayrıca sağnak var. Hatta kar! Hatta buzlanma var!
Ve üstelik karanlık!
Çok karanlık!
Yaz için plan yapma bence. Erken rezervasyonlarını iptal et. Kuru gıda koy eve. Bol bol da su.
Tek kelime işsizlik, yoksulluk, ekonomi konuşmadan siyaset yapanları izliyoruz biz onun yerine. Sirk izler gibi. İnsanlı bir sirk izler gibi. "İşsizlik rekor üstüne rekor kırıyor, bundan daha yoksul olamayız, ekonomi çöktü!" diyemiyoruz. Kimse tek kelime etmiyor "gerçek" mevzulardan.
Konuşulanlar, konuşanlar demode. Demogoglar sıkıcı. Çok sıkıcı hepsi! Çok! Epeydir yeni bir şey duymuyorum kimseden. Heyecanlanmıyorum nicedir. Hep bir dedikodu, hep bir hikayeler, hep bir masallar...
Çocukken bu kadar masal dinlemedim ben.
Oyunlar oynuyor hep birileri üzerimize. Lobi delisi olduk. Almanya bizi kıskanıyor filan...
"Almanya bizi kıskanıyor" diyen, hiç "Almanya" bimiyordur. Ve aynı zamanda "zeka geriliği" vardır o kişide.
Hastadır o.
Çözümü "delikanlılıkta" arar olduk. Herkes bir kabadayılık peşinde. Jargon çürüdü. Bilimsellik, entelektüel kaygılar upuzakta! Minik birer nokta oldu bunlar artık bizim için. Göremiyoruz bile.
Ülke kocaman bir kahveye döndü. Ekonomisi, sağlığı, eğitimi çökmüş bir kahveye!
Ben elmalı oralet söyleyeceğim kendime.
Sen ne içiyorsun?


Cuma, Şubat 20, 2015

ASANSÖR ADABI

Dört kardeşiz biz. Elif, İdil, Devrim.
Hepsi başarılı insanlar. "İnsan" olarak başarılılar yani. En başarılımız Elif ama galiba.
Kanada vatandaşı oldu o. Kanada vatandaşı olup hepimize fark attı. Arayı kapatamayız. En azından buradan, arayı kapatamayız. "Gerçek vatandaşlığı" tadıyor şimdi. Ve çok beğeniyor. "Gerçek vatandaş" olduktan sonra, nerenin vatandaşı olduğun önemsiz. "Dünya vatandaşı" oluyorsun çünkü. Dünya en büyük ülke dünyada.
3 kişiler orada. Bir de Hakkı Bey var. O da iyi insan. Seviyor ablamı. 
Artık başka bir yüzyılda yaşıyorlar. Hak ettikleri yüzyılda. Hak ettiğimiz yüzyılda.
Katlarımız, yatlarımız, arsalarımız, taksilerimiz, Üsküdar sahilinde büfelerimiz yok bizim.
Varsa da ben bilmiyorum.
Üstelik "Almancıyız".
Kirada oturduk "temelli" dönünce. Alman gibi yaşadık Almanya'da. 6 yaşıma geldiğimde, Paris'te duble yapmıştım. Karavanımız vardı. Altımız da sığardık.
Çok paramız olmadı hiç. 
Mutlu çocukluklarımız oldu bizim. Mutlu anne baba gördük biz. Birbirini mutlu eden anne baba gördük. Dünyaları gezdiler beraber. Sevmezdi babam annemsizliği. Annemin de babam olmadan çok mutlu olduğunu sanmıyorum. En mutlu beraberkendi ikisi de.
97 yılında öldü biri. Annem sağ hala.
Annem bir kere yatmadı odasında, yatağında 97 yılından beri. 
"Baban olmadan nasıl yatayım ben orada?" dedi ne zaman sorsak. Buruk, alışamamış gözlerle. 
Sesi titrer bazen babamdan konuşurken. Biliyorum! Biz yokken ağlıyor.
Artık sormuyoruz. Annem hala salonda yatıyor.
Belki bundan evlenmiyorum ben. Belki onlara erişemem, bu tonu yakalayamam diye korkuyorum.
Abim yakaladı gerçi onları. Duygu seviyor abimi. Duygu'yu çok sevdik hemen. Zeynep çok güzel bir "proje" oldu.
Ben de ne noksansa, abimde hepsi fazla fazla. Bendekileri zaten var.
İdil sapasağlam. Bir savaşçı. Bir yandan da almanca öğretiyor. Eminim sadece almanca öğrenmiyorlar ondan. 2 güzel insan da o kattı bize.
Ben çok şey öğreniyorum hepsinden. Babamdan hala öğreniyorum. Aklıma geldikçe babam, öğreniyorum ben. Öğretiyor babam hala. Güneş sistemini tencere tavalarla anlattığı, takla atmayı evin salonunda yere yorganlar serip öğrettiği, beni Nazım'la, Nerduda'yla ilkokulda tanıştırdığı gibi. 
İnternet yoktu  o zaman. Nasıl biliyordu babam her şeyi bu kadar? Zaman ansiklopedi zamanıydı.
Asansör adabını öğrettiğinde 4 yaşımdaydım ben. Unutmadım hala.

"Asansörde, kapıya dönük durulur. Kimsenin gözüne bakılmaz asansörde rahatsız olmasınlar diye. Ağzın kokmamalı hiç. Güzel kokmalı insan her zaman" HASAN ENGİN GÜNÇE

Annemden çok öğreniyorum. Ödüm kopuyo ona bir şey olacak diye. Kocaman bir ev almak istiyorum ona. Bir de bir araba. Şöförlü. Gitsin her istediği pazara.
Pazara gitmeyi seviyor annem. 
"Kızları üzme!" diye büyüttü beni. "Aman oğlum! Kızları üzme! Alma kimsenin ahını"
Babamdan çok sevenini de görmedim.
Oldu tabi üzdüklerim. Her sözünü dinlemez insan annesinin. "Çok bildiğini" sanır.
Üzdüğüm kızlar oldu. Ağlayanları oldu benim yüzümden. Benim için ağlayanları da oldu ama.
Ahını aldıklarım oldu. Duasını aldıklarım da olmuştur belki.
Çok kötü biri değilimdir. Çok kötü olduğum zamanlar oldu ama. Kötü olmadan yaşanmaz ki!
Oldu üzdüklerim. Üzdüğüm kızlar oldu.
Aldatmışımdır en fazla ama. Doğum günlerini unutmuşumdur. Mesajlarını görmemişimdir. Ya da görmüşümdür...
Yanlış hediye almışımdır mesela. Ya da hediye almamışımdır. Hangisi daha kötü?
Arabayla ezmedim ama hiç kız arkadaşımı. O istemeden onunla sevişmedim. Ne zaman sadece sarılmak yeterdi, anlamaya çalıştım. Zorlamadım hiç istemediği bir şeye. Konuşurken o, anlatırken, dinledim. 
Seni önemserse anlatır kadın sana anlattığını. 
Kafasına levyeyle vurmadım hiçbir kızın. Erkeğin de vurmadım. Bıçaklamadım. Yakmadım. 
Bir kere tokat attım ama. Çok küçüktüm, çok aşıktım, çok aptaldım.
Küçüksen, aşıksan, aptal da oluyorsun. Gerçi büyüyünce de değişmiyor pek bir şey.
Aşk bir aptallık hali çoğu zaman. Hoş bir aptallık. Bile bile. Ya da hiç bilmeden. Aniden.
Aşk şapşallıktır diyelim biz.
Tokat attım bir kıza. Çok aşıkken üstelik!
1 kere! Sert de atmadım! 
Ama attım işte! Özür diledim mi o an, yoksa sessizlik bir düzeltsin istedim o anı, hatırlamıyorum. 
Aklıma geldikçe mutsuz olurum. Şimdi mesela...Aklıma geldi...
Mutsuzum.
Özür dilerim...





Perşembe, Şubat 19, 2015

FİLİZLER

Hakkını teslim etmeliyim. Nankörlük edemem. Hemen uyandırıyor Türkiye.
Eğer uyumana izin verdiyse tabi.
Sank biri, birileri her sabah kırıyor kapını, sana sormadan beynine giriyor, tutuyor seni, sürüklüyor...
Soğuk duşa sokuyor. Buz dolu bir küvete sokuyor.
Bu sabah filiz öğretmen(!) geldi mesela. Kepezlerden geldi. Cehennemden gelmiş gibiydi.
Kepez Atatürk Anadolu Lisesi'nden geldi işini gücünü, aklını, mantığını, insanlığını, kadınlığını bırakıp.
İşi gücü bu değil zira.
Filiz'in işi gücü, müdür yardımcısı olduğu okulda,bir eğitmen olarak, erkek sınıf başkanlarını olağanüstü toplayıp, okulda etekleri kısa kız öğrencileri önce uyarıp eğer işe yaramaz ise taciz etmelerini organize etmek değil.
Bu şeytanca projeyi hayata geçirecek bir tim kurmak değil filizin işi.
Hiç değil. Asla değil. Bu aklı başında, makul, mantıklı, zihni sağlıklı insan işi değil çünkü.
Çok da korkunç bir ismi var bu korkunç timin: MİNİ ETEKLİ KIZLARI TACİZ TİMİ.
Üniforması da olacak mı hocam bu timin?
Özel bir araçları, selamları, marşı, yemini?
Silah olarak ne kullanacaklar peki hocam? Ellerini mi? Sözlerini mi? Islak çalarak mı başlayacaklar tacize?
MEKTT 'ye de mi bir şey demeyelim?
Bunu da mı "normal bulalım"? Buna da mı "ne varım canım bunda" diyelim?
Bu tim de mi biz daha da "demokratikleştirecek"?
Avrupanın her yerinde de var mı bu timlerden? Bir tek bizde yok mu yani?
Endonezya'da vardır belki. Bak, belki diyorum.
Her toplumda, her ülkede manyaklar olur. Katiller, hırsızlar, sapıklar, filizler olur.
Önemli olan, bunlara, makullerin ne yaptığı, yapacağıdır.
Burada adres Eğtim Bakanıdır.
Görece makul diyelim.
Filizin öğretmenlik yapması engellenmelidir acilen. Sürülmelidir. İnsanız bir yere sürülmelidir.
Burası çok önemli. "İnsandan" uzak tutulmalıdır filizler. "İnsanla" ilişkisi hemen kesilmelidir. Zira kendisinin aslen "insanla" ilişkisi yoktur zaten. İnsanı bilmez filiz. Tanımaz. Anlayamaz.
Herkes de insan olamaz. Herkesten "insan" olmasını beklemek en büyük günah belki de.
Tim hemen dağıtılmalıdır.
Bu sabah da uyandım hemen.
Buzlar içinde uyandım.
Hiç uyumadıysa peki kahramanımız, uyanmış sayılır mı?
 

Çarşamba, Şubat 18, 2015

UTANMAYA GÜVENMEK

-Ne oldu akşam? Nuh'a ne oldu? niye öldürüldü Nuh?
-Kartopu oynuyorduk
-eeeee?
-Kartopu oynuyorduk biz
-Sonra?
-Kartopu işte...
-Onu anladım. Onu sormuyorum. Nuh'u niye öldürdü o adam?
-Kartopu oynuyorduk biz.
-ne?
-Kartopu abi! Kartopu!
Sen uyma kimseye! Kartopu oynama sakın kimseyle! Ölürsün!
"Türkiye nasıl bir ülke? Ne ülkesiyiz biz?"
Ben cevap bulamıyorum bu sorulara. Ülkemi sınıflandıramıyorum. Zaten bir sınıfı yok artık Türkiye'nin. Kendi sınıfını yarattı çoktan. Başka hiçbir ülkeye benzemiyor. Başka hiçbir ülke benzesin de istemem benim ülkeme.
Benim ülkem mi peki bu, artık emin bile değilim. Kartpostallardaki ülke bu mu!
Sınıfında tek! Hem birinci, hem sonuncu. Hem her şeyi var, hem hiçbir şeyi yok.
Ne ülkesiyiz biz?
Turizm ülkesi mi? Spor? Sanayi? Sanat ülkesi miyiz yoksa? Tarım ülkesi?
Sanmam.
Türkiye bir İSLAM ÜLKESİ galiba. Sadece bir İSLAM ÜLKESİ. Başka referansımız kalmamak üzere. Tek marifetimiz bu olmak üzere.
MÜSLÜMAN BİR SANAYİ ÜLKESİ değil mesela.
"Müslüman bir turizm ülkesi olmak" ile sadece bir "İslam ülkesi olmak" arasında o kadar çok yıl, şey var ki! Ton farkı var. Niyet farkı, vizyon, yön farkı var. Bizim yönümüz ne? Nereye biz?
Tercih yapmak zorunda değiliz ki! Hepsi olur bir arada! Bal olur öylesi. Var örnekleri. Çalışır yani bu tasarım. İşler. Tıkır tıkır işler.
Biz "Allahsız" mıydık 10 sene önce? Çocuklarımız ateist mi büyüyordu? Anneannelerimiz, dedelerimiz insan mı kurban ediyordu önceleri? Bayramlarda el öpmedik mi biz?
Oruç tutanları astık mı? Oruç tutanları işaretledik mi? Fişlendi mi onlar?
Hiçbir zaman Belçika olmadık, evet. Lüksemburg olmamız mümkün değil.
Genetik izin vermez.
Olmasak da olur. Başka ülkeye, başka geleneğe öykünmesek olur. Endonezya da olmayalım ama. İran'a özenmeyelim.
"Biz" iyiydik. Defolarımız vardı. Hep vardı. Hep olacak. Ama çözerdik bunları. Arayı yapardık. Orta yolu bulurduk. "Beraber" yaşardık. Yaşamadık mı?
İnce buz üzerinde yürüyoruz şimdi. İnsan yutan kumlardayız sanki. Hep parmak uçlarımızdayız, hep tedirgin.
Kartopu oynarken ölmek istemiyoruz ulan işte! Çok şey mi bunu istemek? Doyumsuz muyuz?
20 yaşında bir çocuk, bir insan, bir kadın defalarca öldürülmesin, tecavüz edilmesin demek "Allahsızlık" mı? Biz "kötü feministler" miyiz?
Hem duamızı okuyup, hem isyan edemez miyiz?
Berkin'i milyonlara yuhalatan, Özgecan'a fatiha istiyor protestodan önce.
Tehlikeli bir pişkinlik.
Korkunç bir cürret. İntikamcı bir kibir. Akıl durduran bir unutkanlık.
Biz hepsini, aynı anda yapıyoruz. Yapabiliyoruz çünkü. Siz yormayın o güzel kafanızı.
Baba-oğul-oğulun "kankası" kaç kere öldürmüş Özgecan'ı!
Doyamamışlar öldürmeye.
Önce ruhunu öldürmüşler. Kolay olmamış ama. Savaşmış Özgecan. Tırnaklarıyla direnmiş.
Sonra bıçaklamışlar. Sonra kafasına levyeyle vurmuş delikanlılar(!). Sonra yakmışlar, ellerini kesmişler.
Kartopu camına gelmiş dükkanın. Dükkan sahibi delirmiş. Zaten deliymiş. Ona güveniyormuş. "Bana bir şey olmaz. Dakkada çıkarım" demiş.
Deli ya! Deli güveni varmış adamda.
Bir deli, bir delilik halinde, deli deli "kıydı" pek aklı başında birine.
Nuh'un göğsüne ekmek bıçağını saplamış. Nuh, onun ekmeği için AVM'ye karşı direnmişken,direniyorken,direnecekken. Direnen insanların huyudur bu. "Başkaları" için de direnirler. Zaten "Başkası" diye bir şey yoktur direnen insan için.
Arkadaşları donuktu. Katatonikti hepsi. Şaşkınlardı. Uzun sürer bu halleri.
Travma bunlar. Yerleşir bunlar. Kolay kolay atılmaz sistemden. Adı üstünde; TRAVMA!
Ne oldu bu millete? derken biz, milletin vekilleri çekiçle "girdi" birbirine "İÇ GÜVENLİK(!) YASASINI" tartışırken(!).
Paradoks bu değilse, nedir paradoks.
Asıllar sarsılmış! Asıllar utanıyor! Kimin adına , daha ne kadar utanabiliriz biz?
Çocuklara utanabilmeyi öğretmemiz lazım. Utanmayı da boşlarsak...
Bu utanabilme hali bana hala umut veren. Bu "utanca" güveniyorum. Bu "utancı" tutalım, bırakmayalım bunu. Kodlayalım utancımızı.
Faydalı bir utanma bu. Boşvermişliğin panzehiridir faydalı utanmalar.
Anladım. Anladık. Delirelim isteniyor. Yine o tanıdık, o korkunç soru:
Ne ülkesiyiz biz? "Deliler Ülkesi" mi?
Peki.
Oluyor istenen. Az kaldı.
Diyelim ki; hepimiz delirdik.
Sonra?
Sonra ne olacak?

ÖRTEN

"Örten" oluşunu seviyoruz galiba. "Kapatıcı" oluşunu.Bir şeylerin üstünü örtüşünü seviyoruz.
Doğru makyajı sevmekle aynı seviyoruz.Karı seviyoruz biz. O da bizi seviyor sanıyoruz. Bize yağıyor sanıyoruz.
Rengi de güzel.Malzemeyi seviyoruz.
Hala pembesini beklesek de, rengini seviyoruz. 
Makina düzeninde yaşarken, getirdiği romantizmi seviyoruz galiba yalan da olsa.
Robot değilmişiz gibi...
Duygusunu seviyoruz. Kendimizi özel sanıyoruz.
Masummuşuz gibi...
Fotoğrafını çekmeyi seviyoruz. Karlı her şeyin fotoğrafını çekmeyi seviyoruz.
Duvarın, çocukların, suyun...
En çok da ağaçların.
Fotoğrafçıymışız gibi... 
Bir şeylerin üstünü ötmesini seviyoruz. Görmek istemediğimiz ne çok şey var.Çoğu zaman seçemiyoruz gördüklerimizi. Gördüklerimizi biz seçmemiş oluyoruz çoğu zaman.
Gaddarca buluyorum bunu. Az itiraz ediyoruz. Bunu da aptalca buluyorum mesela.Bozulmamışını seviyoruz en çok karın. Kıyamıyoruz bazen, bozmuyoruz. Bozulmamış şeyleri özlüyoruz galiba. Sanki hiç biz bozmuyoruz!  Bozmak hiç bitmez bizde.
Ne az şey bozulmadan kaldı.Ve biz ne az kutluyoruz bozulmayanları.Hakkını vermiyoruz bozulmadıysa. Bozulmadığını fark ettiğimizi, bozulmadan duruşunu, direncini önemsediğimizi söylemiyoruz onlara. Eşya da olsa, insan da olsa...Söylemiyoruz. Çok görüyoruz.
Bazen de inadına bozuyoruz. İlk bozan biz olmak istiyoruz.
Üzerine işeyen var.
Hınçlıymışsız gibi...
Kendimizi az anlamış oluyoruz ölürken. Dikkat etmiyoruz...Kaçıyor... 
Çoğu zaman doğru yere bakmıyor oluyoruz. Tuhafız gerçekten. Çok tuhafız.Bozmayı seviyoruz içten içe.
İnsan kardan adamı niye tekmeler?
İnsan burnu havuç, gözü zeytin olan adamı niye tekmeler?
Karşılık veremeyeceği için mi? Havucu zeytini mi sevmez yoksa?
Herkes gücü sever. Mühim olan, ne kadar sevdiği, güçlüyken ne yaptığı.
Bir şeylerin üstünü örtmesini seviyoruz karın. Okulları tatil edişini, üzerine basılırken çıkarttığı sesi...Hiç itiraz etmeyişini seviyoruz.
Hakimmişiz gibi...
"Örten" oluşunu seviyoruz. Aşk da "örten" mesela.
Rengini seviyoruz.
Evimiz varsa o gün...sokak hayvanı olmamışsak henüz o gece...Çok yolda kalmamışsak...Az üşümüşsek...
Karı seviyoruz.
Ve karı bu kadar severken...
Aklımız da güneşte.




Salı, Şubat 17, 2015

ŞİRKET ARABASI

Nasıl döneceğim ben? Dönmem lazım.
"Gündelik" diyerek küçümsediğim hayatıma nasıl döneceğim ben?
Ne kadar önemli olduğunu anlamak hayatın...Falan filan...Sen anladın. Şiire düşkünlüğüm yoktur benim. Öte yandan, romantik bir salak olduğum da doğru.
Ne bu ağırlık? "Suçluluk" mu?
Hayatta olduğum. gülümsediğim, yemek yediğim, kitap okuyup arkadaşlarımla şakalaştığım, spora gittiğim, müzik dinleyebildiğim için mi peşimde,üstümde? Sadece hayatta olmak yettiği için mi bunları yapabilmek için? Hayatta kaldığım için başarılı biri olmalıyım ben o halde! Çok başarılı.
Hayatta kalmak! Ne kariyer ama!
Araba vermeliler bana hayatta kaldığım için. Şirket arabası. Bir de yemek çeki.
Abartıyor muyum? "Abartmak" zorundayım ama. Abartmadan "normale" yaklaşamıyoruz artık. "Normal" çok uzak bir yer.
Uzak yerler hep ilgimi çeker benim. Dünyayı beş kere gezmem lazım ölmeden önce.
İnsana inanmaktan bahsediyorum galiba biraz. Çocuk gibi inanmaktan. Çocukken inanırdım insana. Tanıdığım insanların çoğu çocuktu o zamanlar. Ondan daha kolaydı belki inanmak insana. Ya da tanıdıklarımı "çocuk olarak" tanıyordum. Çocuktum yani tanırken büyükleri.
Çocukken daha kolay anlaşıyorduk.


Pazartesi, Şubat 16, 2015

KÖŞE PARÇA

Korkacak bir şey yok! Kimse bölmek istemiyor ülkeyi.Korkmak yersiz zaten. Bundan daha fazla bölünemeyiz.Paramparçayız çoktandır.
Tam aksi yapılmak istenen. Yapmak istediğimiz bunun tam tersi.Birleştirmek, yap-bozun noksanlarını buluşturmak bütün dert.Yap-boza borçluyuz bunu.Köşe parçayı arıyor herkes:
Adalet!
Adalet yoksa bir ülkede; herkes, her şey ölür!
Öldü de zaten...
Özgecan öldü en son.
Her yerde ölüyoruz.Sokakta, inşaatta, yerin altında, üstünde...
Ölüyoruz.
Nefessiz kalmak bu "bıkkınlığın" sebebi.Garip ama tanıdık, yeni ama epeydir alıştığımız bir boğulma hissi.Ne adaletsiz kalmışız! Özlüyoruz adaleti. Keşke özletmese bu kadar. Keşke özletmeseler.
Olmasa hep özler insan adaleti, hep olsa hiç sıkılmaz!
Ne kadar sıkılmışız her şeyin herkesin yanına kar kalmasından.
Ne çok suyun altında kalmışız.
ND ve türevlerine gösterilen haklı tepkiler hep bu sıkılmışlıktan.Bu makul isyan bundan.
Toplumun nabzıdır isyan!
Linç yok!
Bir şeylerin altını çizmekler var. "Durun bakalım siz birazlar!" var. "Biz de varızlar!", "Biz olmadan olmazlar"...
Hatırlatmalar var...Hatırlamalar...
Güzel sıkılmışız ama!"Sıkılmanın güzeli olmaz" deme! Olur!Vazgeçmemişiz yine de! Sıkılırken unutmamışız kendimizi.Sıkılmak unutkanlık yapar çoğu zaman.
Aramıza bir şeyler girmiş sadece. Hepsi bu!Su çoğalsa da, sıvı bir çığ gibi üzerimizi de örtse; suyun üzerine çıkıp çekiyoruz içimize ne varsa hala inatla.İnatçıyız.İnat etmişiz biat etmektense.
İşi kışkırtmak olan, kışkırtmak için maaş alan, profesyonel kışkırtıcılara rağmen yılmamışız.Güzel bu. Bu duygu güzel.Nabzı atan toplum olmak güzel.
Yalnızlık hissi, yalnızlığın kendisinden bile çirkin çünkü.Yalnız değilmişiz.
Canlıymışız.
Kan geldi yüzümüze!

Pazar, Şubat 15, 2015

SORU SORUCU

Sorular ve cevaplar.
Hayat algoritması: Sorular & Cevaplar.
Her şey sorudur aslında. Her şey cevaptır.Her şeyin petrol olması gibi.Sen bir soru sorarsın. Sana biri,bir şey bir soru sorar. Başkaları başkalarına sorular sorar. Bir şeyler olur, Bir şeyler bir şeylere sorular sorar. Her soru başka bir soruyu çağırır, uyandırır. Doğurgandır soru.
Dişidir.
Cevap olur sonra o sorulan sorular. Bazıları zaten cevaptır. Laf olsun diye sorulur.Sen oradasındır bazı sorular sorulurken. Çoğu zaman yoksundur. Kimse olmasa da, soruyu soran biri olur mutlaka.
"Soru sorucudur" onun adı. Bir yerlerde her zaman soru soran birileri olur. Ama doğru soru, ama yanlış..Soru soran mutlaka olur.
Hem sebeptir hayat, hem sonuç. Mevzu bu zaten: Sebep & sonuç. Keşke satranç daha yaygın olsa.
Basittir aslında. Karmaşık gibi görünür çünkü biz öyle bakarız her şeye, birbirimize. Hatta kendimize bile aynada. Kendimize her baktığımızda , o aynada başka bir şeyler görmek isteriz. Zor doyarız biz.  Karmaşası süsüdür.
Ne çok soru oldu yine bugün.
Uyansam mı? Uyudum mu ki? Beşiktaş'ın maçı bugün müydü? Kahveyi bırakmak iyi bir fikir miydi?
20 yaşında bir kızı, bir çocuğu, bir insanı neden yakar başka 3 kişi?
Niye baba-oğul-oğlun bir arkadaşı bir kıza tecavüz eder? Nasıl olur böyle bir şey? Nasıl "olabilir" bu?
Ben ne yapıyordum bunlar olurken?
Canım sıkkın mıydı? Kesin sıkkındır.
Neye sıkılmıştım ben o kıza baba-oğul-oğlun bir arkadaşı tecavüz ederken? Sonra yakarken onu onlar, ben neredeydim?
Özgecan ölüyordu o esnada.
Annesi babası Özgeyi bekliyordu. Camdaydı belki annesi.

Bilmiyordu...

Özgecan ölüyordu.
Baba-oğul-oğlun bir arkadaşı biliyordu bir tek.
Özgecan ölüyordu.
20 yaşındaydı. Eve gidiyordu. Minibüsteydi.
20 yaşında, minibüsle eve gidiyordu Özgecan ölmeden önce.

Bilmiyordu...
Biraz sonra onu yakacaklarını bilmiyordu.