Benim bir öfke problemim var. Fakat bu durumun kendisiyle bir problemim yok. Öfkeyle bir problemim yok. Öfkeli olmayı, hala bir şeylere öfkelenebilmeyi seviyorum hatta çokça. Nabzımın attığı anlarım onlar benim. Öfke problemim olmasıyla, kişisel bir derdim yok.
Bunu gizlemiyorum. Kasığıma yazacağım yakında.
Bir "meselem" var benim. Bir şeylerle meselem var. Birileriyle. Bir metotla, bir ekolle meselem var. Yazdığım her şeyin aklı-fikri o mesele. Konular fark etmez. Temelde itiraz ettiğim şeyler bunlar. Aslında her şey tek bir "mesele" yani.
Kontrol paneli bende, panel hep aynı. Yanıp sönen ışıklar, düğmeler, kollar, aşırı yükleme, aşırı besleme, güç kayıpları...Atan devrler, yanan kafalar...
Kafamın içini görebilsen keşke. Yanarken bir görsen...
Benim bir öfke problemim var. Bundan sebep eve silah sokmuyorum. Gazete de almıyorum. Zorunda kalmazsam haber izlemiyorum. Haber ticaretini hiç sevmiyorum. Haber tüccarlarından tiksindim.
Çarşambadan beri onlarca yazı yazılmıştır. Yazılmış, biliyorum. hıncalınkini okudum. orayınkini okudum. Okuduklarımla ilgili bir şeyler de yazdım hatta. Utanarak. Onlar adına utanarak.
En son bir yazı daha okudum. Mehtap Erel yazmış. Www.hurriyetailem.com'da yazmış."Sakıncalı Analizler" isimli köşesinde yazmış. "Aslında yazmayacaktım.Ben popüleri,çok yazılanı pek yazmıyorum" temalı bir giriş var yazıya. Bir uyarı var. Bu bağlamda yazı yazı değil sadece, bir lütuf!
Bir mektup bu yazı. Oğlu Can'a bir mektup. Defne'nin oğlu Can'a!
Mehtap Hanım mektubuna, mektuptaki önermelere, saptamalara çok da güveniyor olmalı zira mektubun başında "Yazılan hiçbir şeyi okuma. Bir tek benim yazdığımı oku" gibi bir telkin var.
Duygusal bir mektup. Empatik olduğu söylenebilir. "Anneler anneleri anlar. Bütün anneler aynıdır. Hepsi çocuklarına tapar. Onlar için ölürler" önermesi hakim mektuba.
Yazılanların bir kısmına, hatta çoğuna fikirsel anlamda katıldığımı belirtmeliyim. Lakin yazının temel vurgusuna, her ne kadar o vurgu gizlenmiş de olsa, satır arasında da kalsa, tamamen ve fanatik bir deli gibi karşı olduğumu bilsin herkes. Temel vurgu minik bir cümleye sıkışmış :
"Belki de lohusalık sıkıntılarını henüz üzerinden atamamış. Bir HATA yapmış!Bu kısmı seni ilgilendirmez."
Ben lohusalık nedir bilmem, bilemem. Lohusalığı deneyimlemem mümkün değil. Fakat duydum. Bir fikrim var. Doğum sonrası yaşanan süreci anlatan, halkça bir ifade. Bir tanım. Şerbeti var. Ablalarım doğum yaptıkları için biliyorum. Tatlı baya. Şekerli.
"Lohusalık sıkıntısı" nedir? Nasıl atlatılır? Atlatması ne kadar vakit alır? Kişiyi nasıl etkiler? Sadece fiziksel midir? Nedir? Ne değildir? Bir kadına lohusalık nasıl HATALAR yaptırabilir? Bu soruları elbette bir uzmana ya da en azından yaşayan birine sormak lazım.
Ben ne uzmanım, ne de yaşadım. Zaten şu an için umurumda da değil.
Yazının, mektubun benim şidddetle karşı olduğum, anlayamadığım, anlamlandıramadığım, temel vurgusu bu değil aslında. "Lohusalık ve travmaları" değil benim odağım.
Beni şaşırtan, kızdıran, çaresizleştiren vurgu başka:
"Bir HATA yaptı!"
Hata mı? Ne hatası? Bahsi geçen hata nedir?
Anne olması mı?
Biz annenin bir gece önce ne yaptığını, nerede olduğunu, bir gece sonra ne yapacağını, nerede olacağını biliyor muyuz? Anne her gece mi çıkıyor? Eve küfeyle mi dönüyor?
Biz ne biliyoruz peki?
Hata nedir?
Bir annenin bekar bir adamın evine gitmesi mi hata? Alkol içmesi mi? Yoksa hata, o annenin ölmesi mi? Nerede , nasıl öleceğini ön görememesi mi? Düşünmeliydi anne bunları. Hesaplamalıydı. Hata! Büyük hata!
Neyse, bir daha yapmaz. Daha dikkatli olur. Zaten yapamaz. Öldü çünkü. Size sormadan öldü.
Tuhaf bir ana fikri var mektubun: "Anne bir hata yapmış lakin kendisi öldüğü için bu seferlik bu hatayı görmezden geleceğiz biz."
Ne yüce gönüllüsünüz. Ne kadar cömert, ne kadar bağışlayıcı, ne kadar da iyisiniz.
Eksik olmayın. Biz sizi hak edecek ne yaptık?
Siz kimsiniz yahu? Retorik bir soru değil bu. Merak ediyorum gerçekten. Gerçekten bir soru bu: Siz kimsiniz?
Neredeydiniz o gece?
"Ben ONU hiç tanımazdım aslında..." diye başlayan yazılarınızı alın ve gidin. Uzaklara gidin. Bize uzak olun. Ona daha da uzak olun. İyilik yapmayın. Bizimle aynı tarafta olmayın.
Gölge etmeyin!
Hastalıklı bence bu ana fikir. Kangren. Eti çürümüş bu fikrin. Korkunç bir fikir bu. Sinsi.
Sinsi korkunçtur zaten. Korkaktır sinsi olan. Pusudadır hep. Bekler.
O cümle çok mühim bir cümle. Çok sevimsiz bir cümle. Yazının asıl "niyetini", yazanın "bilinçaltını" üste çıkaran bir cümle. Müthiş "kırsal" ve "töre" çağrıştıran bir cümle.
Yazık o cümleye. O fikre, o "idare etme" haline yazık.
Hangi "hata" o annenin ölümünü haklı çıkartacak? Beni hangi "hata" ikna edecek buna, fikrimi değiştirecek?
Size ne? Bana ne?
Gerçekten soruyorum yine:
Size ne? Bana ne?
Nedir bu "canım o da yapmasaymış"cılık? Bu nasıl bir ikiyüzlülük? Bana da öğretin. Beni de kurtarın. Başka biri yapın beni de. Sizin gibi düşünmeyi öğretin. Kim bilir belki öyle daha mutlu olurum. Gidelim mezarlarda dans edelim hep beraber. Ölenlere gülelim. Öldüler diye kızalım, küçümseyelim. Hatta şöyle yapalım: Ekipler kuralım. Gönüllü olalım. Gece çıkan, içki içen anneleri tespit etsin bu ekipler. Doğal yollarla ölmelerini de beklemeyelim. Yakalayalım o anneleri. Sokaklarda, yakaladığımız yerlerde, hemen oracıkta kazıklara bağlayalım, yakalım cayır cayır.
Videoya çekip ölen annenin kocasına, çocuğuna, ailesine verelim kaseti.
Düzelir miyiz o zaman? Düzeltir miyiz?
Ne olur hepimiz susalım artık. Bunu içtenlikle yapalım. Ben de kahrolayım bunları yazıyorum diye.
"Durun!Benim daha başka, daha çarpıcı bir fikrim var!" yarışmasından çekilelim.
Biz kaybedelim bu sefer.
En fazla ne kaybederiz?
Biraz düşünelim.
FAVORİ
-
Derbilerin favorisi olmazmış. Kim diyor?
Ben demiyorum ama var diyenler.
Gazeteci-spor yorumcusu öyle diyenlerin bazıları.
Bence biraz kaytarıyorlar. Risk a...
14 yıl önce