Nefes nefeseyim.Yine. Kazancı yokuşunu çıkıyorum.Yine. Neredeyse koşarak. Gerek yok halbuki.
Koşmaya gerek yok. Barikat var. Sağından geçiyorum bugün. Hafiften koşarak.
Kazancı diktir. Ben 37'yim. Hafif de inatçıyım. Gerek yok koşmaya. Akıllı işi, akıllı bir 37 yaşında yetişkin işi, değil Kazancıyı koşarak çıkmak. Ama koşuyorum. Yokuş yukarı ne kadar koşulursa, o kadar koşuyorum işte ben de. Kestirme burası. Parka çıkarken en az bir 4-5 dakika kazanıyorum bu yolda. “Park” derken; “Gezi Parkını” kastettiğimi anlamışsındır. Bu aralar herkes öyle anlıyor “park” deyince biri, bir başkasına. Her park, Gezi çünkü bu aralar.
“Her yer Taksim”
Ve bu aralar her 4-5 dakika çok önemli.
Evde duramıyorum pek. Kendimi dışarı, sokağa, kestirmeye, Kazancı’ya, meydana, parka atmak istiyorum. Koşuyorum. Aptal gibi.
“Meydan” derken, hangi meydanı kastettiğimi anlamışsındır.
Evet. Taksim meydanı.
O meşhur 4-5 dakikayı da parkta geçirmek istiyorum. Marifet değil bu. Puan istemem. Alkışlanacak bir şey yok.
Koşarak parka gitmeyi istemek gayet olağan bu olağanüstü günlerde. Yeni bir içgüdü bu içimizdeki. Hepsi bu.
Belki de bir refleks diyebiliriz. Ya da kullanmaya kullanmaya neredeyse yok olmak üzere olan bir organ; bir uzuv. Bir çeşit “mutasyon” belki de. Ekstra bir lob.
Marifet değil ama.
Koşarak parka gitmeyi istemek marifet değil. Çok var koşan.
Gaz da yemeseydik keşke. Saçma oldu o gaz işi. Çok gaz oldu. Çok gaz vardı. Pahalı da bir şeymiş. Çok para harcanmış gaza. Yazık oldu.
Paraya yazık oldu. Coplanmak filan. Hep saçma oldu bunlar.
Benim babam bana bir fiske vurmadı mesela. Kaldı ki; hak ettiğim zamanlar olmuştur mutlaka.
Yaramazmışım. Ben hatırlamıyorum. Şimdi yaramazlık da yapmadım. Uslu uslu direndim.
Bencilce bir şey yapıyorum. Ama bu sefer herkes için.
Tuhaf. Tuhaf değil mi? Tuhaf bence. Olanlar toptan tuhaf zaten.
Bu gezegene ait olmayan bir dayanışma hali,tavrı var parkta. Bir kişi aç değil. Para geçmiyor parkta. Çok güzel insanlar var parkta. Festival gibi. Müzik de var zaten ara sıra. Çadırlar zaten her yerde.
Umutlandım ben parkta hafiften. Çaktırmadan. Çocuk gibi.
Sen?
O 4-5 dakika meşhur artık. Kazancı'da kazandığım 4-5 dakika. Eskiden kimse bakmazdı yüzüne. 15 gün önce yani. 15 gün önce memleket başka bir yerdi.
Kimse bakmazdı yüzüne.Memleketin yani.
Şimdi bambaşka. Sadece koordinatlar aynı sanki.
İnsanların kodları değişti. Cildim bile başka mesela. Güzelleşti cildim. Topladı ufaktan.
Oysa yeni bir şey yapmıyorum cildim için. Sabah akşam yıkıyorum. Hepsi bu.
Ben asıl saçlarıma hayret ediyorum. Dökülmediklerine yani. Duruyorlar.
Kanser de olmadım. Şimdilik yani.
Ne sıkılmışım yahu. Ne darlanmışım. Sivilceler bundan mıydı acaba? Cildim düzeldi biraz. Bıkmışım. Ağırıma gitmiş çok şey. Şimdilerde daha iyi anlıyorum. Yalnız da değilmişim.
Kalabalıkmışız. Çokmuşuz. Epey çok! Sen de bilirsin; aptal yerine konmak, önemsenmemek, ciddiye alınmamak, yok sayılmak, görmezden gelinmek, kandırılmak, tehdit edilmek sürekli, azarlanmak… bıktırmış beni.
Ağırıma gitmiş. Yormuş.Tek başıma yorulmamışım ama! Çokmuş yorulanlar. Epey çok!
Sen de bilirsin, sen de görmüşsündür; sokaklar tebessümü kırık insanla doluydu.
“Çaresizdi” gibiydi onlar. Zombiydik hepimiz.
Çaresiz zombiler. Zombinin de işi zordur. Ölse de kurtulamaz! Çaresizdir. Çaresizlik çok fena. En fenası çaresizlik. İçinde umutsuzluk, gayretsizlik falan filan da var onun.
Çaresiz! Çok ağır laf! Çareden yoksun demek. Çareden yoksun insan ne yapsın? Neye, nasıl inansın?
Nasıl çıkar çareden yoksun insan labirentten? Hangi yöne gittiğini bilmeden gitmek…En yorgun insan o insandır işte. Hedefsiz insan, çabuk yorulur.
Kırık tebessümlü insanları hatırla…
Kırgındı bir de o tebessümü kırık insanlar. Kim kırdı onları? Ne kırdı dirençlerini bu kadar?
En mutlu olduğu zaman da bile %100 mutlu değildi hiçbiri. Baba olduğunda mesela…gelinlikle…üniversiteyi kazandığında…emekli olduğunda…tuttuğu takım şampiyon olduğunda…üniversiteyi kazandığında…bedelli/bedelsiz askerliğini yaptığında…
%100 mutlu değildi.
Hep biraz noksandı bir şeyler. Hep bir kaygı vardı. Hep bir suçluluk…Ne uzun oldu şu son 10 yıl! Bitmedi bir türlü! Ne çok şey oldu anlayamadığımız. Memleket gerçeküstü oldu. Gerçeküstü iyidir çoğu zaman.
Bu değildi. Kötü bir “Tim Burton filmi” gibi oldu. Kaldı ki; öyle bir şey yoktur.
Kötü bir “Tim Burton filmi” yani.
15 gün önce böyleydi bu memleket.
Hep biraz noksan…kaygılı…suçlu…
Artık öyle değil gibi sanki. Ne dersin?
Aptal mıyız biz? Çocuk muyuz? Hayalperest, romantik, saf mıyız?
Parktayız şimdi hepimiz. Her neysek, parktayız.
O tebessümü kırık, kırgın, yorgun insanlar yani.
Parktayız…parklarda.
Meydanda…meydanlarda.
Balkonlar var bir de. Tencereli tavalı balkonlar.
“Türk Balkonu”
İnsanlar var her yerde, her yaşta…Umutlu, diri, hedefli, şuurlu, çareli…
İsyan eden…direnen…Mutlu…gülen…
Belki de çok ama çok uzun zamandır inanıyor o insanlar…inanıyoruz… Aynı şeye. Ayin gibi…ibadet gibi…
“Ne olacak sanıyorsun böyle toplanınca siz parklarda meydanlarda balkonlarda?” diye sordu geçenlerde biri.“ Daha ne olsun?” dedim ben de…”Daha ne olsun?”
Ne uzun oldu şu son 10 yıl…bitmedi bir türlü…