Pazar, Haziran 30, 2013

MATRUŞKA MASALI

En sevdiğim masal Zümrüdü Anka Kuşu masalıdır. Babam çok güzel anlatırdı. 
Belki ondan sevdim. Ben de çok güzel dinlerdim. Babam ne anlatsa dinlerdim. Ne anlatsa severdim.
En son duyduğum masalı hiç sevmedim. Belki babam anlatmadı diye sevmedim. Sanmıyorum. Bu masalı babam da anlatsaydı, sevmezdim. Anlatan çirkin anlattı çünkü. Babam gibi anlatmadı. Doğru anlatmadı. Doğruları anlatmadı. Kesin ondan sevmedim. Ben de çok şaşırarak dinledim. 
Değişik bir masal bu. İçinde çok başka masallar var bu masalın. Masallarla dolu bu masal. 
"Matruşka" olsun masalın ismi.
Anlatıcısı belli bu masalın. Gezi parkı düşman toprağı bu masalda. Parktakiler bölücü, terörist. Kazan ölüyor bu masalda. Kazan doğuruyor. Çok insan da inanıyor.
Park çok kalabalıktı. "Bir" kişi yoktu parkta. Herkes "aynı kişi" değildi.
Ülkesine tapan, aşık, memleket için kaygılı, parka öfkeli parktakilere hırslı pek çok vatansever, zahmet edip gelmedi parka. Bi kere gelmedi! Kendi gözleriyle görmedi, kendi sözleriyle duymadı parkı, parktakileri.
Gelmeyen, görmeyen, duymayan, olmayan bilemez parkta olanı biteni.
"-miş'li" geçmiş zaman çok yanlış bir referans, çok sorunlu bir dil parkı anlarken; anlatırken.
"Parkın her yeri apo posteri!" diyor anlatıcı masalda.
O çirkin adamın posterini asmadılar diyemem. Astılar. Ben asmadım ama. Asana yardım etmedim. Asanla, asana yardım edenle oturmadım, sohbet etmedim.
Sorsam belki, "neden asıyorsun apo posterini buraya? neden hayransın ona bu kadar?" desem , neler anlatacak kim bilir.
Ben bilmiyorum.
Ben de dinlerim. Belki hafif öfkeli. Ona göre çokça önyargılı.
O güzel adamın posterini asan çok gördüm parkta. Farklı farklı posterlerini asan çok gördüm. Hepsinde sarışın, hepsinde mavi gözlü, yakışıklı!
Hepsinde Atatürk! 
Yardım da ettim asanlara. Kendim hiç asmadım ama. Zaten gerek de yoktu benim asmama. Asan o kadar çoktu. Asanlarla oturdum, sohbet ettim.
Sormadım hiç. "Neden asıyorsun Atatürk posterini buraya? neden hayransın ona bu kadar? demedim.
Gerek yok sormaya. Biliyorum çünkü. Biliyoruz.
Böyle anlatmıyor masal. Gerçekleri anlatmıyor anlatıcı. Gerçekleri anlatan masal mı olur deme! Olur!
Eğer yaşananlar masal gibiyse, olur. Masal yalan değildir. Masal, masaldır! Masal “yalan” oldu mu, ben üzülüyorum her çocuk gibi.
“Türk bayrakları yakıldı parkta!” diyor anlatıcı masalda
Türk bayrağı yakan görmedim hiç. Kendim yakmadım. Yakan birini tanımıyorum.
Yakan olmuştur. Ben görmedim. Görseydim engel olmaya çalışırdım. Görenler engel olmaya çalıştı çünkü. 
Sürekli yakılamadığına kefilim hepimizin bayrağının. Yemin ederim.
“Türbanlı kardeşlerimize saldırdılar!” diyor anlatıcı masalda.
Türbanlı bir kadına, bir kıza, bir insana hiç saldırmadım. Saldıranı görseydim engel olmaya çaılşırdım. Görenler öyle yaptı çünkü. İnan bana. Yemin ederim. 
Saldıran birini tanımak bile istemem. Tek kelime etmem.
Olmuş bir iki olay. O bile fazla. 1 bile fazla. Çok fazla. Keşke hiç olmasaymış. Umarım bir daha olmaz.
Kimseye saldırmadım ki zaten. Saldıranlardan korudum ama kendimi. Gazı sevemedim. Tazyikli,ilaçlı(!), şifalı sudan,coptan haz etmiyorum pek. Suç mu bu? Gözaltılar oldu çünkü. Çok oldu hem de. Kayboldu bazıları gözaltında. İnsan "gözaltına aldığını" kaybeder mi? Anahtarlık mı bu? 
Adı üstünde gözaltında. Gözünün önünde yani. Neler neler kayboldu daha başka.
“Camide içki içtiler. Alem yaptılar!” diyor anlatıcı masalda.
Camide içki içmedim. İçen birini görmedim. İçeni de anlamam. Görüntüleri varmış. Bekliyoruz hala. Onlar da kayboldu herhalde. 
Bu hiç olmadı. Camide içki içilmedi. Bu ayıp oldu. "Camide içki içildi!" demek ayıp oldu.
“Oldu” diyor anlatıcı çünkü. "Oldu" diyen, doğru söylemiyor.  "Oldu" diyor doğru söylemeyen. Israr da ediyor. İyi yapmıyor ısrar ederek.
Müezzin "olmadı" diyor: "Camide içki içen olmadı" diyor.Müezzin doğru söylüyor. Müezzin gördüğünü söylüyor. "Görmedim" diyor. Müezzin oradaydı. Ben değildim. Sen? Sen orada mıydın? Anlatıcı orada mıydı?
Sanmıyorum.
 "Oldu" diyor yine de doğru söylemeyen. Israr ediyor. Milyonlara "oldu" diyor. Milyonlara doğruyu söylemiyor. Yazık ediyor. Günaha giriyor. Kandırıyor. Onu çok sevenleri, çok sayanları, oy verenleri kandırıyor en çok.
Onlar da saf; inanıyor. Ne bilsinler...ne desinler…Yoktu onlar orada.
"Büyük bir oyun var! Faiz var, lobi var!" diyor anlatıcı masalda.
Ben oyun görmedim parkta. Monopoly, jenga, amiral battı hariç. Kızma birader! Bana kızma! Halay oyun sayılır mı? Çok halay vardı çünkü. Çeşit çeşit. Boy boy.
Lobi de görmedim ben parkta. Divan otelin, Point Hotelin, Ceylan'ın lobileri hariç.

Masal severim ben de her çocuk gibi. Çok masal duyuyorum bu aralar. Her vatandaş gibi. Matruşka dolu her yer. Her günümüz. 
Çok sevdiğim bir masal daha var. Bir alman masalı. Bir kral var masalda. Zevkine düşkün bu kral. Sarayı var. 2 tane dolandırıcı var. Terzi onlar. Dalkavuklar dolu masal.
Önü/arkası, sağı/solu, üstü/başı hep dalkavuk sarayın.
Halkı saf kralın. Her cahil halk gibi. 
Kral kibirli. Her kral gibi.
Bir çocuk var masalda. Çocuk korkmuyor. Her çocuk gibi. Susmuyor çocuk. Sonunda herkesi uyandırıyor. Bağırıyor. Bağırarak uyandırıyor:
"Kral çıplak!" diyor. "Kral çıplak!"
Herkes uyanıyor.
Kral utanıyor. 
Çocuk gülümsüyor.


Cumartesi, Haziran 29, 2013

TÜR

Son 40 gündür filan çok insanla tanıştım. 6 aylık insanı 40 günde tanıdım. Bizzat tanıştıklarım oldu.
Bazılarının adını hala bilmiyorum.
Bazılarını sosyal ortamlarda tanıdım. Twitter gibi mesela. Annemin halini hatırını soranlar, beni evden aldırmak için yarışanlar...Kısacası, çok iyi insanlarla tanıştım twitterda.
Daha önce de varlığından şüphe ettiğim, egzotik diye tanımlayabileceğim bir insan türünün varlığından emin oldum geçen 40 günde. Yaklaşık 40 gün.
"Anlamaya karşı dirençli" bir tür bu.
Bu "ötekileştiren" bir yazı değil.
Ben, ötekileştiren biri olmamaya özen gösteriyorum. Ötekiler gibi yapmamaya çalışıyorum.
Lakin zaman zaman ben de yapıyorum. Ötekiler gibi yapıyorum.
Ötekileştiriyorum yani.
Not: Ötekileştirmenin panzehiri, tahammüldür. Empatidir.
Şu anda,bu yazıda bunu yapmıyorum: Ö-te-ki-leş-tir-mi-yor-um!
Başka kaygılarla yazıyorum şu an; her ne yazıyorsam. Çok başka kaygılarla. Konunun içinden çıkarak. Uzaktan biraz. Ama aslından tam ortasından. Ben her yerdeyim. Tespit say sen bunu.
Tespitçi say beni de.
Uzaktan bakıldığında, "anlamaya açık" olan türe çok benziyor bu "anlamaya karşı dirençli" tür. Fakat çok farklılar. Temelde çok farklılar. Biri anlamaya karşı açıkken;,diğeri tamamen kapalı.
Enteresan!
Anlamaya karşı direniyor bu tür. Her kesimden, her görüşten, her iklimden, coğrafyadan, ırktan olabilir bu tür. Ortak özellikleri; anlamaya karşı olan dirençleri. İnadına yapıyorlarmış gibi.Tehlikeli bir şey bu. Bıçak sırtı. Anlaşılması çok güç. İdraki zor. Sadece anlamaya karşı değil dirençleri. Gelişmeyi de sevmiyorlar. Cehalet popüler onlar için; cahil kahraman.
Böyle şarkıcıları var mesela. Çok cahil şarkıcıları var. Topçuları,siyasetçileri,televizyoncuları, komedyenleri...
Onlar kahraman işte. Çok seviliyorlar. Çok zenginler haliyle.
Onlar da onlar gibi çünkü. Haliyle çabuk bağ kuruyorlar.
Bu tür, başarıyı da parayla ölçtüğü için, başarılı onlar. Kahramanları yani. Çok başarılılar hem de. Çok zenginler çünkü. Bu kadar "anlamamak", bu kadar "gelişmemek" zor aslında. Bir çaba, bir motivasyon gerektiriyor.
Hayat ileri gider çünkü hep. Sen hiç geriye işleyen bir saat gördün mü?
Hayat akar. İleriye doğru akar.
Hayat kuvvetlidir ileri akarken. Debisi yüksektir. Debisi yüksek akıntıya karşı yüzmek zordur. Çok zordur. Hiçbir şey yapmasa insan; dursa öyle, hayata bıraksa kendini, akışına yani, ileri gider.
Ama öyle olmuyor işte bu tür için. Direnen, akıntıya karşı duran bir tür. Akıntıya karşı yüzmeye çalışan, bunda inat eden bir tür. Yorulur kişi debisi yüksek akıntıya karşı yüzerken. Yorgun kişi de anlamaz kolay kolay. Ama sanki hiç yorulmuyor bu anlamaya karşı dirençliler.
Kasları yorulur. Yorgun kas gelişmez. Beyin de kaslıdır. Denklem çok basit aslında.
Bu da böyle manidar bir kısır döngüdür.
Adı üstünde...sürer gider.

FİZİK,RUH,ZİHİN

Direniş bitti mi sandın sen de? Öyle mi geliyor sana da?
Üzgün müsün? Sen de mi sorguluyorsun Gezi parkında, Kuğulu'da, Gündoğan'da, balkonda geçen zamanını?Kim için gaz yedik biz? Ne için? Ölenler niye öldü? Yaralılara ne diyeceğiz şimdi? Birbirimizin yüzüne nasıl bakacağız?
Hemen vaz mı geçtik? Bu kadar mıydı? Yalan mıydı? Yalan mıydık?
Soruyor musun bunları kendine? Kendinle hesaplaşıyor musun? İnsan en çok kendine gaddar olmalı hesaplaşırken. Çünkü insan bir kendini kandıramaz, bir de "inandığını".
Vazgeçmedik. Bu kadar değildi. Yalan değildi. Yalan değildik.Çok var direniş bitti sanan. Sevinen. Kıs kıs gülen.Sen sakın kanma onlara. Üzülme sakın.Onlar için de direndin sen, unutma.Direniş bitti diye üzülme
Bitmedi çünkü.
Kaybetmedin. Yenilmedin. Hem de hiç! Hiç yenilmedin!Bir kısmı bitti sadece direnişin. Fiziksel kısmı. Evlere döndük. Hayata döndük. Hayat normale dönüyor yavaştan. İşimize döndük. Ayıp değil bu.
Eskisi kadar Halk Tv izlemiyorsundur belki. Bu da ayıp değil ki! Sen yine ara ara aç izle bence.
Hortum al onlardan. "horbit" al horluyorsan. Horlamıyorsan da al, dursun. Belki bir gün horlarsın.
Kolla Halk Tv'yi. Sevdiğin her şeyi kolla zaten. Kollaman lazım. Yanında durman lazım sevdiğinin, saydığının. Gaz yerken durduğun gibi.
Fiziksel kısmı bitti sadece direnişin. O zaten bir kısmıydı.
Ruhlar hep bir.
Zihinsel kısmına geldik şimdi. Bu kısmı hiç bitmez. Bu tamamı!Belki savunacak bir merkez, bir park, bir meydan yok şimdi.Belki çadırını özledin. Belki kendini önemli hissetmeyi, işe yaramayı özledin.
Şimdi daha önemlisin. Daha çok yer var işe yarayabileceğin.Şimdi bir ülke var savunacak. Kocaman, yepyeni, taptaze bir ülke.
Ne kadar mutluyduk, ne kadar heyecanlı.
Ne kadar sivildik. Hala siviliz. Hep sivil kalalım, olur mu?
#bubirsivildirenis
Ne diyorduk hatırlasana:
BU DAHA BAŞLANGIÇ...

Pazar, Haziran 23, 2013

UYUTMAYANLAR

Uyuyamadım yine.
Uyuyamamak değil bu. başka bir şey. Yatakta dönmek durmak.
Yine sivrisineklere sövdüm bütün gece.Sadece onlara sövmedim yine. Uyuyamamayı sevmiyorum. Beni uyutmayanları sevmiyorum. Bir gün görürsem beni uyutmayanları söyleyeceğim.
"Beni uyutmayışınızı hiç sevmiyorum" diyeceğim. Söyleyecek o kadar çok şeyim var ki onlara.
Sorular uyutmaz insanı. Hele bir de cevapsızsa o sorular! Uyuyamazsın soruların cevapsızsa.
En beter "uyku kacırıcısıdır" cevapsız sorular.Merak uyutmaz insanı.Kahve de uyutmaz.Ağrı uyutmaz mesela. Bir yeri ağrıyan insan nasıl uyusun? Aklı ağrıyan yerindedir onun artık. 
Ağrıdan uyuyamıyorsan, nispeten şanslısındır ama.Açlık uyutmaz mesela. Karnı aç insan nasıl uyusun? Uyuyamaz aç insan. Karnı doymadan uyuyamaz.Aklı karnındadır artık onun. Midesiyle düşünür. Gürültülü bir şeydir açlık. Boş midede yankı olur. Ses yapar boş mide. 
Midesiyle müzik yapar aç insan. Sevmez ama yaptığını.Aşk uyutmaz mesela. Aşık insan nasıl uyusun? Hele bir de cevap alamıyorsa aşkına!Aşk da bir sorudur zaten. Uyuyamaz cevapsızsa aşkı.
Sevmez olanları. Olmayanları sevmez daha çok.Aklı kalbindedir onun artık. Kalbiyle düşünür.
Sessiz bir şeydir aşk. Susar çoğu zaman aşık insan.Biraz da açlıktır aşk. Yemek yiyemez öyle hemen aşık insan.
Açlık uyutmaz insanı.
Kahve içmedim.Aç değilim. Epey yemek yedim gece.Aşık da değilim. Epeydir aşık olmadım. Olduysam da fark etmedim.Görsek tanır mıyız hemen aşkı? Hatırlar mıyız aşık olmayı? 
Bisikletimi çalmışlar. Hediyeydi. Bisiklet çalınır mı?Bari bisikletleri çalmayın. Görsem tanır mıyım, hatırlar mıyım?Bisikleti diyorum?Sanmıyorum. Birbirine benzer bisikletler.
Yine uyuyamadım. Uyuyamamak değil bu. Bekleyip durmak. 
Aklım sokaklarda. Gözüm televizyonda.
Bu işler bir bitsin! Bir bulalım şu "huzurlu" ülkeyi...
Bak nasıl uyuyacağım o zaman. Geri alacağım kaçan uykularımı tek tek. Yakalayacağım kollarından.
Aklım gözaltılarda!
O zaman uyuyacağım işte! Uyutmayanlara inat uyuyacağım!
Tutabilene aşk olsun!


Cumartesi, Haziran 22, 2013

KAÇIŞAN DAVETLİLER


Önce gaz.Sonra ses.
Ya da tam tersi.Bilmiyorum.Bomba işte ikisi de. Karıştı yine cihangir.Durgundu epeydir.
Karıştı yine az önce. Bir anda karıştı. O bildik, o tiksindirici koku her yer. Sonra, o çirkin kostümleriyle onlar geldi. Başladı maskeli balo. Çok çirkinler kostümleriyle.
Yine tatsız başladı balo. O bildik, o saçma kovalamaca her yer. Davetliler kaçıştı.
Benim yüzüm maskesiz.Yine aynı ifade yüzüm.İfadem maskem benim. Şaşkın. Dargın. Dalgın.Öfkeli.
Durdum öyle.
Bir çocuk gördüm dururken. Pelerinliydi çocuk. Pelerini Brezilya bayrağıydı.
Kaçışan davetliler gördüm. Hepsi maskeliydi.
Ben durdum öyle.
Maskesiz. Şaşkın.
Elimde.... Ayşe kadın fasulye.

IRKÇI PRENS

Rıza Kayaalp gençtir.
Türktür.
Sporcudur. Başarılı bir sporcudur. Güreşçidir. Milli güreşçidir. Dünya ve Avrupa şampiyonalarından, olimpiyatlardan madalyalarla dönmüştür.
Rıza Kayaalp genç, madalyalı, başarılı , milli bir Türk sporcusudur.
Reklam yıldızıdır. Sponsorların genç prensidir. Hayırlı bir evlattır eminim. Annesine, ailesine çok düşkündür.Hırslıdır. Hedefleri çoktur eminim. Olmalıdır da . Potansiyeli vardır.
Belki "süper babadır". "İdeal" eştir. Medeni durumunu bilemiyorum. Medeniyet durumunu gördüm ama.
Umarım mutludur. Sağlıklıdır. Hayatında her şey yolundadır.
Rıza Kayaalp bir çok şeydir.
Ama artık; önce "ırkçıdır".
Hem de oldukça "hardcore" bir ırkçıdır. O kadar ırkçıdır ki, bunu saklamak zorunda bile hissetmemiştir. Kendisini sakınmamıştır. Kendini tutamamış, belki de tutmamış, twitter denen "gavur icadına" içini dökmüştür. Oldukça da "samimi" davranmıştır. Dümdüz gitmiştir. Ana avrat!
Rıza Kayaalp muhtemelen müslümandır.
İyi bir müslüman olduğuna da eminim. Manevi değerlere sıkı sıkıya bağlıdır.
Lakin islamiyet "anneyi" baş tacı eder.
Rıza Kayaalp bunu unutmuştur.
Irkçılık kötüdür. Çok kötüdür. Çok tehlikelidir. Çok gericidir. Bu zamana, bu çağa hiç ama hiç ait değildir. Çok "geçmiş zamandır". Üzerinden çok zaman geçmiştir ırçılığın, ırkçıların.
Irkçılık dışlanmıştır. Zaten dışlanması gereken bir duygudur. İnsanda yeri yoktur. Hiç yeri yoktur.
Yok olmalıdır.
Hele sporda! Hele bu çağda!Irkçılık ayrıca suçtur. Irkçı kişi "suçludur". Rıza Kayaalp ırkçıdır. Sonuç önermesi çok nettir:
Rıza Kayaalp suçludur!
Lakin kendisine Akdeniz Oyunları Açılışında "Türk Bayrağını taşıma onuru" verilmiştir.
Yıl 2013'tür. Memleketimde olan budur.






Perşembe, Haziran 20, 2013

ortaya

Ögrenci, manav, serbest meslek sahibi, avukat, diş hekimi, baytar, manken, hostes, taksici, turist rehberi, turistin kendisi, eşcinsel, sanatçı, twitter fenomeni, facebook canavarı, evli/bekar/nişanlı/sözlü, ünlü, ünsüz, yaşlı, genç, bakkal, market, otel, pansiyon, kebapçı, suşici, boyacı, ressam, marangoz, tasarımcı, grafiker, grafitici, sanatçı...
Sence ne kadarını göze aldılar? Senin kadar risk almaktan korkuyor mu sanıyorsun herkes? Herkes korkar mı?
Emin misin? Bence değilsin.
O tedirginlik, o şaşkınlık, o kontrolsüzlük, o anlayamama, o küçümseme hali hep bundan bence.
Emin olamamaktan. Rakibinin "gücünü" kestirememekten. IQ'sunu, mizahını, hızını, teorisini, pratiğini çözememekten. Frekansını, standardını, alışkanlıklarını, okuduklarını, yazdıklarını, izlediklerini, counter strikelarını, god of warlarını, houselarını, lostlarını deşifre edememekten.
Dexter'ı tanıyor musun sen?
Onları tanımamaktan bu telaş, bu panik. Hem de hiç!
Onları hiç tanımamaktan hepsi bunların.
Ya çok şey aldılarsa göze? Sandığından, düşünebileceğinden, hesaplayabileceğinden çoksa? Çok daha çoksa?
Ya bugün için değilse bu olup bitenler, yapılanlar? Ya "günlük" değilse bu direniş?
Hep "taze" kalırsa?
Ya o yaralananlar hemen iyileşirse sessiz sedasız?
Ya o ölenler kendileri için ölmedilerse?
Ya bugünden yarına kalırsa bir şeyler?
Ne bilmiyorum! Bir şeyler işte!
Ya "bir parça ekmek" için dilenmezlerse? Ya kollarlarsa  birbirlerini?
Konuşmaya devam ederlerse mesela? Yazmaya, çizmeye, tweetlemeye?
Dinlerlerse birbirilerini parklarda? Dinleniyorlarsa şimdilik?
Ya işsizlik canlarını plastik mermiden daha az acıtırsa?
Ya sözde kariyersizlik gözlerini gaz kadar yaşartmıyorsa?
Ya içlerinde gerçekten paraya tapmayanlar varsa?
Onurlu, kararlı, inanmıış birileri yok mudur sence aralarında?
Hiç mi?
Ya varsa?
Ya belediyelere endeksli değilse sanatları?
Belki de sadece şarkı söylemektir dertleri, olamaz mı?
Belki de önümüzdeki seçimleri değil; önümüzdeki nesilleri düşünüyorlardır?
Ya gerçekten "feda" ettilerse?
Birleştilerse gerçekten?
O zaman ne olacak?




Salı, Haziran 18, 2013

Talcid ve pornografi

Benim bir siyasi görüşüm yok. Benim bir dünya görüşüm var. Altını çiziyorum bunun sıklıkla. Dünyayı, ülkemi görmek istediğim bir hal var. Partizan değilim. Militan olmadığım gibi. Terörist, ayyaş, çapulcu, sapık, atom bombası imalatçısı, marjinal, porno yıldızı, bölücü...
Bunların hiç biri değilim. Bazen içerim. Serhoş da olurum. Seks yaptığım anlar da oluyor elbet.
Herkes kadar yani.
Herkes kadar içerim.
Başından itibaren direndim. Direniyorum. Direneceğim. Fiziksel direnme süreci geride kalmış olabilir. O kadar çok hali var ki bu direnişin. O kadar çok yer var ki direnilen. Ben yazıyorum mesela bazan. Yazarak direniyorum. Ama hep direniyorum.
Durarak direnen var.
#duranadam
Ben yazıyorum.
#yazanadam
Bir heves değil bu kadar insanı bir araya getiren. Moda diye direnmedik biz. Trend emretmedi bize direnmeyi. Biz direndik. Kendi kendimize. Kimseye sormadan. Amerikaya, israile, mosada, almana, yunana, faize, lobiye, CIA'ye, KGB'ye...
Hiç birine sormadık. Bize de kimse bir şey sormuyor. Parkı sormuyor mesela. Kışlayı, ağaçları, ıhlamur kokusunu sormuyor. Anamıza babamıza sorduk bir tek. Onlar da "güzel güzel direnin" dedi.
Hatta onlar da geldi. Zaten kızarlardı direnmeseydik. Çok kalabalık direndik. Direniyoruz. Direneceğiz.
Başından beri parktayım. Yanlış hatırlamıyorsam apo bayrağı asmadım hiç. Hiç başörtülü bir kadına saldırmadım. Bir kez bile! Türk bayrağı yakmadım. Hiçbir ebatta hem de! Bomba, molotof kokteyli yapmadım. Sütle talcidi karıştırmak kokteyl sayılır mı? O zaman itiraf ediyorum: Sütlü talcid kokteyli yaptım.Yaptık. Alın beni! Ben alınmam. Küçük şaşallar kullandım onları karıştırırken shaker yerine.Bu da bir itiraf. Otobüs yakmadım. Hiç yakmadım hem de. Bir tane bile! Bindiğim otobüsü niye yakayım? Toplu taşımayı severim ben.  Camide içki içmedim.
Grup seks yapmadım!
Hele camide hiç grup seks yapmadım. Oldu apo posteri asanlar. Olmadı ama apo posteri asmak. Parka yakışmadı. Zaten hiç bir yere yakışmaz. Parkta en çok posteri olan Mustafa Kemal'di. İnan bana! Vallaha!
Başörtülü Kadına saldıran da olmuş diyorlar. Ben görmedim. Olmuştur belki. Olmasaymış keşke. Görseymişim ben keşke. Engel olmaya çalışırdım. Durdurmaya çalışırdım. Başörtülü kadın tarafında olurdum. Polis yakalar o saldıranları umarım. Onlarla aynı tarafta olamam ben. Parkımız da aynı değil zaten. Bana gaz atan, bacağımdan vuran, avukatları, doktorları, kadınları, gençleri tutuklayan polis yakalar onları umarım. Coplarla hastahane basan polis.Acilde, alelacele insanları coplayan polis. O polis tarafındayım bak şimdi de.
Türk bayrağı yakan da olmuş.
Atom bombası , molotof kokteyli yapan görmedim parkta hiç, allah için. Atom bombası kolay iş mi?
Bira içen gördüm ama. Zararsızdı onlar da. Kendi hallerinde. Kızlı erkekli gruplar gördüm. Grup derken...sohbet ediyorlardı. Tefonları da çalındı insanların parkta. Hırsız da mı olduk şimdi hepimiz? Hep beraber mi çaldık o telefonları? Park güzeldi. Çok kalabalıktı. Park bir tane değildi. Çok park vardı!
Park çok güzeldi. Sen geldin mi parka? Gördün mü parkı?
Birinden mi dinledin yoksa sen parkı? Mikrofonlu birinden? Badem bıyıklı? Uzun hafiften?
Birilerinden mi okudun; izledin?
Keşke gelip görseydin. Kendin gelseydin. Kendin görseydin.
Sana da yer vardı.

ÖLMESEYDİN KEŞKE

Dün gelemedim. Özür dilerim. Yollar kapalıydı dün. Otobüsler, vapurlar, metro...tek yöne çalıştı dün.
Sen o yönde değildin. Kabahat sende.
Metro var artık İstanbul'da. Sen görmedin. Yasaklar var yine İstanbul'da. Sen İyi ki görmedin. Bırakmadılar baba beni dün. Kimseyi bıramadılar. Bırakmadılar geleyim.
Çiçeksiz gelirdim yine. Biliyorsun çiçek sevmiyorum. Ölü çiçek sevmiyorum. Sen de ölmeseydin keşke. Ölmeni sevmiyorum! Ölürken de söyledim sana elini tutarken bir yandan.
Peki...sustum.
Çiçeksiz miçeksiz...ama gelirdim. Bıraksalardı. Bırakmadılar.
Gelemedim.
Olanı biteni anlamamaktan sıkıldım artık. Rahatsız oluyorum anlamadıklarımdan. Sen de olurdun.
Rahatsız olacak kadar anlıyorum en azından.
Sen ölmeseydin, sana sorardım anlamadıklarımı. Soramadım. Öyle yapardım ya hep eskiden. Her şeyi sana sorardım. Hepimiz öyle yapardık. Elif, İdil, Devrim, ben...hepimiz.Sana sorardık.
Hem internet de yoktu o zaman. Sahi, sen internet yokken nasıl bilebiliyordun her şeyi? Cep telefonun yokken, nasıl tam zamanında yetşiyordun her yere?
Senin "hanım" da sana sorardı her şeyi. Ne çok gezdiniz siz de beraber. Dünyayı gezdiniz neredeyse.
O olmadan gezemezdin sen. O da bir tek senle gezerdi. Senden sonra, sensiz bir kere yatmadı yatağınızda mesela. Senden sonrası olmadı onun hiç.
Daha da gezerdiniz siz.Sen ölmeseydin gezerdiniz. Gezemediniz.
Çünkü sen öldün!
Peki..sustum.
Polisi sorardım sana mesela. Biber gazını sorardım. "Neden?" derdim. "Ne yaptık biz onlara?" derdim. Polise de sorardım bunu eğer dinleseydi beni polis. "Engelli engelsiz, yaralı yarasız, suçlu suçsuz herkese niye su sıktılar?" derdim. Su da sadece su değildi baba.
Sadece h2O değildi. Formülüyle oynanmış suyun. Suyu da bozmuşlar. Sadece "tazyikli su " değildi. Hele cumartesi, baba! Cumartesi fenaydı! Cumartesi çok fenaydı baba!
Hastahanelere de sıktılar baba gazı, suyu cumartesi. Otellere. Revirlere. İlaçları, ilaçlarımızı topladılar baba. Evet, iyileşelim istemediler. Doktorları tutukladılar yaka paça. Doktorluk yapıyorlar diye. Doktorluk yaparken onlar. Haklısın; iyileştirmelerini istemediler.
Gaz maskelerini topladılar. İnsanların yüzlerinden topladılar gaz maskelerini.
Sonra da insanları topladılar zaten. Bir yerlere götürdüler topladıklarını. Neresi olduğunu söylemediler. Gaz maskelerini çöpe attılar. Dilek ağacını yaktılar.
Hele cumartesi günü! Cumartesi çok fenaydı baba. Pikniğe sıktılar gazı. Attılar demek daha doğru aslında. Bomba çünkü o."Biber gazı bombası". Bomba sıkılmaz ki! Bomba atılır. Onlar da öyle yaptılar. Çok bomba attılar. Atmasalardı keşke.
Çocuklar vardı. Çocuğa atılmaz ki! Çocuğa bomba atılmaz ki! Onlar öyle yapmadılar. Attılar.
Çocuk da değildi sadece o gün onlar. Torundular! Yaşlılar vardı çünkü o gün, cumartesi, parkta.
Sadece yaşlı da değildi onlar da.
Anneanneler, babaanneler, büyübabalar, dedeler...
Anneler vardı...babalar
Çok can yandı baba cumartesi. Her yaştan can yandı.
Çok ağlandı cumartesi. Feryat figandı cumartesi.
Ondan gelemedim ben baba pazar günü.Babalar günü yanına ondan gelemedim. Bırakmadılar pazar günü...bıraksalardı...
Çiçeksiz miçeksiz...ama gelirdim.





Çarşamba, Haziran 12, 2013

İnci Avcısı

saat 02:57
Evdeyim. 1 saat oldu geleli. Üstüm başım leş gibi gaz kokuyor. Başkasının gazı. Islak kıyafetlerim. Islak kıyafetlerden ağırım. Soyunuyorum. Aklım sokakta. Sokaktayım aslında hala. Şu an evde olan herkes gibi. Ambulans sesleri var. Acı sesler. Acının sesleri. 
"En azından yollar açıktır bu saatte" diyorum. Her şeyden bir avuntu çekip çıkarmaya çalışıyorum bugünlerde.
Ambulansın içini düşünüyorum. İçindekini daha çok.
"Acaba tanıyor muyum?" diyorum. "Umarım iyidir" diyorum. "Umarım tanımıyorumdur" diyorum bencilce. "Trafik açık en azından" diyorum. "Yetişir belki hastahaneye" diyorum.
Kelimelerimi, maskemi, baretimi, deniz gözlüğümü, arkadaşlarımı, hırsımı, öfkemi çok dikkatli seçiyorum bu günlerde.
Özenliyim. Kontrolümü, şuurumu yokluyorum. Tetikte hepsi. Kaybettiğim anlar oluyor onları. Kaybettiğim anlarda derin nefesler alıyorum. Başka bir şeylere, başka yerlere dalıyorum o nefeslerle. 
Sonra tekrar bulup çıkarıyorum kontrolümü, şuurumu.
Okyanusta inci arayanlar gibi. Benim incilerim onlar: Kontrol ve şuur.
Twitter açık önümde. Yazılanları okuyorum. Ben de yazıyorum. Sanki duyuyorum okudukça okuduklarımı.
"Yardım edin" diye bağırıyor biri. "Açın " diyor bir başkası, "Kapılarınızı açın!". 
Sıkışanlar, kıstırılanlar, plastik mermiler, gazlar, dumanlar...Hepsini duyuyorum. Hepsini kokluyorum. 
Gözüm yaşarıyor. Bu sefer gazdan değil ama. Dokunuyor duyduklarım. Çok dokunuyor. Etime değiyor.
Anlamaya çalışmayı çoktan bıraktım. Bitsin istiyorum. Bitsin istemeyi de bırakmak istiyorum artık! Yeter ki bitsin!
03:13
Birilerine sesleniyorum. Biri vali. İstanbul valisi. "İyi ki" diyorum, "iyi ki akraba değiliz. Söyleyemezdim kimseye mesela akraba olduğumuzu" diye sesleniyorum valiye. "Çok utanırdım" diye bitiriyorum.
Cumhurbaşkanına sesleniyorum. Bir şeyler yapsın istiyorum. Uyumasın. Uyansın. Birilerini arasın. Sorsun istiyorum. Bitirsin istiyorum. Bitsin istiyorum. Çokça sitemliyim.
En çok Allaha sesleniyorum. Allah var çünkü, biliyorum.
Olmak zorunda!
Bir şeyler yapsın istiyorum.
Birilerine fısıldasın istiyorum.
Uyarsın istiyorum. Bitirsin istiyorum. Bitsin istiyorum.
"Allah aşkına" diyorum,
"Allah aşkına bitsin!" diyorum.Yalvarıyorum.
Sonra...sonra saat 03:26 oluyor. 
Ve hala ambulanslar ağlıyor....

Salı, Haziran 11, 2013

KIRIK TEBESSÜMLÜ ZOMBİLER

Nefes nefeseyim.Yine. Kazancı yokuşunu çıkıyorum.Yine. Neredeyse koşarak. Gerek yok halbuki.
Koşmaya gerek yok. Barikat var. Sağından geçiyorum  bugün. Hafiften koşarak.
Kazancı diktir. Ben 37'yim. Hafif de inatçıyım. Gerek yok koşmaya. Akıllı işi, akıllı bir 37 yaşında yetişkin işi, değil Kazancıyı koşarak çıkmak. Ama koşuyorum. Yokuş yukarı ne kadar koşulursa, o kadar koşuyorum işte ben de. Kestirme burası. Parka çıkarken en az bir 4-5 dakika kazanıyorum bu yolda. “Park” derken; “Gezi Parkını” kastettiğimi anlamışsındır. Bu aralar herkes öyle anlıyor “park” deyince biri, bir başkasına. Her park, Gezi çünkü bu aralar.
“Her yer Taksim”
Ve bu aralar her 4-5 dakika çok önemli.
Evde duramıyorum pek. Kendimi dışarı, sokağa, kestirmeye, Kazancı’ya, meydana, parka atmak istiyorum. Koşuyorum. Aptal gibi.
“Meydan” derken, hangi meydanı kastettiğimi anlamışsındır.
Evet. Taksim meydanı.
O meşhur 4-5 dakikayı da parkta geçirmek istiyorum. Marifet değil bu. Puan istemem. Alkışlanacak bir şey yok.
Koşarak parka gitmeyi istemek gayet olağan bu olağanüstü günlerde. Yeni bir içgüdü bu içimizdeki. Hepsi bu.
Belki de bir refleks diyebiliriz. Ya da kullanmaya kullanmaya neredeyse yok olmak üzere olan bir organ; bir uzuv. Bir çeşit “mutasyon” belki de. Ekstra bir lob.
Marifet değil ama.
Koşarak parka gitmeyi istemek marifet değil. Çok var koşan.
Gaz da yemeseydik keşke. Saçma oldu o gaz işi. Çok gaz oldu. Çok gaz vardı. Pahalı da bir şeymiş. Çok para harcanmış gaza. Yazık oldu.
Paraya yazık oldu. Coplanmak filan. Hep saçma oldu bunlar.
Benim babam bana bir fiske vurmadı mesela. Kaldı ki; hak ettiğim zamanlar olmuştur mutlaka.
Yaramazmışım. Ben hatırlamıyorum. Şimdi yaramazlık da yapmadım. Uslu uslu direndim.
Bencilce bir şey yapıyorum. Ama bu sefer herkes için.
Tuhaf. Tuhaf değil mi? Tuhaf bence. Olanlar toptan tuhaf zaten.
Bu gezegene ait olmayan bir dayanışma hali,tavrı var parkta. Bir kişi aç değil. Para geçmiyor parkta. Çok güzel insanlar var parkta. Festival gibi. Müzik de var zaten ara sıra. Çadırlar zaten her yerde.
Umutlandım ben parkta hafiften. Çaktırmadan. Çocuk gibi.
Sen?
O 4-5 dakika meşhur artık. Kazancı'da kazandığım 4-5 dakika. Eskiden kimse bakmazdı yüzüne. 15 gün önce yani. 15 gün önce memleket başka bir yerdi.
Kimse bakmazdı yüzüne.Memleketin yani.
Şimdi bambaşka. Sadece koordinatlar aynı sanki.
İnsanların kodları değişti. Cildim bile başka mesela. Güzelleşti cildim. Topladı ufaktan.
Oysa yeni bir şey yapmıyorum cildim için.  Sabah akşam yıkıyorum. Hepsi bu.
Ben asıl saçlarıma hayret ediyorum. Dökülmediklerine yani. Duruyorlar.
Kanser de olmadım. Şimdilik yani.
Ne sıkılmışım yahu. Ne darlanmışım. Sivilceler bundan mıydı acaba? Cildim düzeldi biraz. Bıkmışım. Ağırıma gitmiş çok şey. Şimdilerde daha iyi anlıyorum. Yalnız da değilmişim.
Kalabalıkmışız. Çokmuşuz. Epey çok! Sen de bilirsin; aptal yerine konmak, önemsenmemek, ciddiye alınmamak, yok sayılmak, görmezden gelinmek, kandırılmak, tehdit edilmek sürekli, azarlanmak… bıktırmış beni.
Ağırıma gitmiş. Yormuş.Tek başıma yorulmamışım ama! Çokmuş yorulanlar. Epey çok!
Sen de bilirsin, sen de görmüşsündür; sokaklar tebessümü kırık insanla doluydu.
“Çaresizdi” gibiydi onlar. Zombiydik hepimiz.
Çaresiz zombiler. Zombinin de işi zordur. Ölse de kurtulamaz! Çaresizdir. Çaresizlik çok fena. En fenası çaresizlik. İçinde umutsuzluk, gayretsizlik falan filan da var onun.
Çaresiz! Çok ağır laf! Çareden yoksun demek. Çareden yoksun insan ne yapsın? Neye, nasıl inansın?
Nasıl çıkar çareden yoksun insan labirentten? Hangi yöne gittiğini bilmeden gitmek…En yorgun insan o insandır işte. Hedefsiz insan, çabuk yorulur.
Kırık tebessümlü insanları hatırla…
Kırgındı bir de o tebessümü kırık insanlar. Kim kırdı onları? Ne kırdı dirençlerini bu kadar?
En mutlu olduğu zaman da bile %100 mutlu değildi hiçbiri. Baba olduğunda mesela…gelinlikle…üniversiteyi kazandığında…emekli olduğunda…tuttuğu takım şampiyon olduğunda…üniversiteyi kazandığında…bedelli/bedelsiz askerliğini yaptığında…
%100 mutlu değildi.
Hep biraz noksandı bir şeyler. Hep bir kaygı vardı. Hep bir suçluluk…Ne uzun oldu şu son 10 yıl! Bitmedi bir türlü! Ne çok şey oldu anlayamadığımız. Memleket gerçeküstü oldu. Gerçeküstü iyidir çoğu zaman.
Bu değildi. Kötü bir “Tim Burton filmi” gibi oldu. Kaldı ki; öyle bir şey yoktur.
Kötü bir “Tim Burton filmi” yani.

15 gün önce böyleydi bu memleket.
Hep biraz noksan…kaygılı…suçlu…
Artık öyle değil gibi sanki. Ne dersin?
Aptal mıyız biz? Çocuk muyuz? Hayalperest, romantik, saf mıyız?
Parktayız şimdi hepimiz. Her neysek, parktayız.
O tebessümü kırık, kırgın, yorgun insanlar yani.
Parktayız…parklarda.
Meydanda…meydanlarda.
Balkonlar var bir de. Tencereli tavalı balkonlar.
“Türk Balkonu”
İnsanlar var her yerde, her yaşta…Umutlu, diri, hedefli, şuurlu, çareli…
İsyan eden…direnen…Mutlu…gülen…
Belki de çok ama çok uzun zamandır inanıyor o insanlar…inanıyoruz… Aynı şeye. Ayin gibi…ibadet gibi…

“Ne olacak sanıyorsun böyle toplanınca siz parklarda meydanlarda balkonlarda?” diye sordu geçenlerde biri.“ Daha ne olsun?” dedim ben de…”Daha ne olsun?”
 Ne uzun oldu şu son 10 yıl…bitmedi bir türlü…