Cumartesi, Eylül 20, 2014

KUYRUK

"Evrim" güzel kelime. Güzel tınlıyor. İyi hissettiriyor kelime olarak. Var böyle kelimeler.
"Doğum günü" gibi mesela.
Çağrışımı güzel evrimin. Seni çağırdığı yer güzel. Sana seslendiği yeri merak ediyorsun. Niye seslendiğini düşünüyorsun sana. Evrim diye bir kuzenim var benim. Ablası var. O da kuzenim. Eylem onun da adı. En küçükleri Ozan. 100 yıldır filan görmüyorum. Aynı kıtada yaşamıyoruz. Onların ülkesi bir kıta aynı zamanda.
Amcamı sevmem hiç.
Amcam babamı öldürdü benim.
Nasıl seveyim babamı öldüren birini?
Kuyruk kalsaydı keşke insanda. Kuyruğu olsaydı keşke insanın da. Daha rahat anlaşır mıydık acaba o zaman? Yani kuyruklu insanlar daha iyi mi anlaşırdı? Yoksa "insan", her zaman yaptığı gibi yine bir "yolunu bulur" muydu? O kuyruğu saklar mıydı insan? Kuyruğunu kontrol etmeyi de öğrenir miydi? İnsanı kuyruğu ile kandırmayı başarır mıydı? Anlaşamamayı öğrenir miydi yine de? Kılaflar dikerdi büyük ihtimalle kuyruğuna insan. Daha pahalı, daha moda, daha tarz, havalı kılıflar olurdu muhtemelen. İnsan, insanı "kuyruk kılıflarıyla" ölçer-biçerdi. En çok moda etkilenirdi belki kuyruktan.
Yeni bir şey bulmamız lazım anlaşmak için. Yeni bir iletişim icat etmek zorundayız gibi sanki. Onu da bozana kadar, anlaşırız belki biraz. Aynı fikirde olmak demek değil anlaşmak. Aynı fikirde olmadığını anlamak da anlaşmaktır.
Anlaşmak güzeldir. Doğum günleri gibi.
Koklamaya mı başlasak acaba birbirimizi? Ulu orta koklaşsak mı? Arkamızı, kıçımızı, kulaklarımızın arkasını mı koklasak? Kokuyu kontrol etmeyi öğrenene kadar işe yarar belki anlaşırken. Hoşlandıklarımızı yalasak mı gidip?
Minik minik, tatlı tatlı...ulu orta...
Daha az kokarız hem belki o zaman.
Çok kokuyoruz. Bu kadar kokmaya gerek yok.
Konuşmak bize fazla. Bilmiyoruz ki konuşmayı. Hafife alıyoruz. Konuşmadan duruyoruz. Konuşmayınca da; sadece duruyor oluyoruz. Biz sadece dururken de; zamanı kaçırıyoruz. Zaman çok fark attı bize. Aldı başını gitti. Fark açıldı. Kapanmaz artık. Durduğumuz yerde zamanı beklemekle olmaz. Zaman geri gelmez çünkü. Yapamaz. Teknik olarak mümkün değil bu. Şarkılarla falan bazen...ama o da kandırmaca. Zamanın sihirli tarafı o.
Bizim zamana gitmemiz lazım.
Koşarak...konuşarak...
Sesler çıkartmak bizimkisi.
Konuşmayı öğrenmemiz lazım.

Çarşamba, Eylül 10, 2014

MİKRO TÜRKİYE

Üstelik bu bizim petrolsüz halimiz. İyi ki petrol yok bizde. Bizi petrolden Allah korumuş. Petrol de olsaydı Türkün, Türkiyenin elinde...olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
Bugünden daha pis, daha hoyrat, savruk, cahil, şımarık, analitikten uzak, saygısız, bencil, gelişime dirençli, estetikten yoksun olabilir miyiz diye düşünüyorum zaman zaman.
Korkuyorum! Bunu başarabilecek olmamızdan korkuyorum! Potansiyelimiz ve çirkine, avama olan düşkünlüğümüz korkutan beni. İstersek çıtayı buradan çok daha aşağı koyabiliriz.
Umarım istemeyiz. Umarım bu düşük seviyemiz hepimize yeter. Umarım daha da aşağıları hedeflemeyiz.
"Yeni Türkiye" bunu yapabilir çünkü. Yapabileceğini her gün görüyor,yaşıyorum.
Her gün yeni bir şeyden korkuyorum.
Mikro Türkiye.
Petrolden korumuş bizi Allah. Çok şükür!
İlkokul mezunu olması yeter bir kişiye, olup bitenlerin "tuhaf" gelmesi için. Okuma yazma bilmek yeter fark etmek için her yeri saran "anomaliyi". Ülkeye hakim olan hoyratlığı, savrukluğu, özensizliği çıplak gözle saptayabilir insan. Özel araç-gereçlere ihtiyaç yok "gerçeküstülükleri" tespit etmek için. Ülkemizde,sadece son 12 yılda değil, son 50 yılda belki; boşa harcanan para ve zamanla 3 tane orta avrupa ülkesi yapardık. Bunların 2'sini de sokardık AB'ye.
Müslüman da olsalar; sokardık.
Ülkemizi "makro" düzeyde anlamak için önümüzdeki mikro örneklere bakmak gerek.
Mesela FUTBOL. Mesela futbolumuz.
Mesela İzlanda-Türkiye maçı. Futbolumuzun içine düştüğü hali, "mikro ölçekte Türkiye" diye tanımlayabilirim ben. Maç öncesi, sırası ve sonrası...
Mikro Türkiye.
Maçtan önce küçümsenen,alay edilen hatta ezilen bir rakip: İZLANDA.
Yine üstünü başını DEV AYNASINDA düzelten bir TÜRKİYE.
İstatistik, veriler,bilgiler sadece sporda değil; her alanda doğru okunması gereken şifrelerdir.
Son maçımızdan önce 7 kez karşılaşmışız. 4 kez İzlanda, 1 kez biz kazanmışız. Şimdi durum 5'e 1 oldu.
Bu istatistiği, bu verileri,bu bilgileri; "RAHAT KAZANIRIZ" diye okuduk biz. Biz hala "daha iyi takımız". Hiç umursamadık yine bilimi. Bu umursamazlığa "duygusallık" diyoruz biz. Kaosu "enerji" sanıyoruz.
Mikro Türkiye.
Rakip son 3 yılda 100 basamaktan fazla yükselmiş FİFA sıralamasında. Dikkate almadık. Almayız!
Yanardağ daha önemliydi bizim için. Yanardağ daha "magazin" çünkü. Hikayesi daha sürükleyici. Bir de nüfusuna epey takıldık İzlanda'nın! "Nüfüsa" çok takılıyoruz biz.
Biz her yıl düşüyoruz o sıralamada. Ne önemi var! FİFA kim? UEFA zaten kulüp takımlarımızı bitirmek(!) istiyor! Üstünde durmadık yine "gerçeğin".
Mikro Türkiye.
Biz belgesel değil; roman seviyoruz. Bilim-kurguya düşkünüz. Gerçekle kurguyu ayırt edemiyoruz. Etmiyoruz! İnadına! Gerçek "işimize gelmiyor" hiç. Gerçeği bükemiyoruz çünkü! Ama kurgu elimizde! Ne istersek o oluyor elimizde kurgu! Kurgucuyuz çünkü. Olanı değil; olmasını istediğimizi anlatıyoruz. işte bunlar hep kurgu.
Mikro Türkiye.
Türkiye Futbol Direktörümüz Fatih Terim, maç analizinde(!), "rüzgar durdu 2. yarı" diyor. "Maç bitince yeniden başladı" diye de ekliyor yüzünde hınzır bir gülümsemeyle. Çünkü o Fatih Terim! Ondan hiçbir şey  kaçamaz! Rüzgar da hesap verecek ona! Onun kendi adını taşıyan stadı, statları var! 2 tane! Rüzgar kim? Onun var mı statları?
O TÜRKİYE FUTBOL DİREKTÖRÜ. Maaşın yarısı ünvana gidiyor zaten. Aylık 400 bin lira normal bence. Hatta az! (bayramlarda ve 3 ayda bir, çift maaş da olmalı)
Mikro Türkiye.
"TRAFOYA KEDİ GİRDİ"
"RÜZGAR KESİLDİ"
Mikro Türkiye.
TFF elinden geleni de yapıyor oysa Türk futbolunu kalkındırmak için. YABANCI OYUNCU SAYISINI formülize ediyor. Henüz formülü tek seferde söyleyebilen bir kişiye rastlamadım ama ben. Zaten 6 ay sonra değişecek. Temelsiz çünkü.
Mikro Türkiye.
Kaybedilen bir başka sezon, bir başka yıl, bir başka servet olacak bu da. Avrupada başarısız geçen, hem milli takım hem kulüp takımları düzeyinde kaybedilen bir sezon.
Mikro Türkiye.
Garanti edebilir mi TFF bu yabancı oyuncu kuralının önümüzdeki 10 yıl boyunca değişmeyeceğini? 10 yıl gereken en az zamandır zira sonuç almak adına. Söz veriyor mu TFF? Bu "son karar" mı? Karar stabil mi? Sonraki federasyon başkanı,yönetimi bu "RADİKAL" uygulamayı devam ettirecek mi? İstikrar olacak mı?
Bir kararı, "atılımdan" ayıran şey istikrardır zira. İstikrar da "kararlılıktan" beslenir.
Bu güvence altına alındı mı? Sanmıyorum.
Mikro Türkiye.
Yarın sabah her şey değişebilir. Hiçbir işe yaramayacak bu "Yabancı oyuncu kısıtlaması". Çünkü ZEMİNSİZ. Tek sonucu; BAŞARISIZLIK, ZAMAN & PARA KAYBI OLACAK. Türk "topçusu" kendini 2,5 milyonu garanti para, maçı başı da 20 bin euroluk oyuncu sanmaya devam edip, kanacak kendine. Kandıracak! Üstelik vergi de vermeden yapacak bunu. TFF, futbolcu sendikası olmaktan öteye geçemeyecek.
RİVA TESİSLERİ eşsizmiş ama!
Öte yandan statlarımızın zeminleri ortada. Tarlalarda oynanıyor futbol ülkemizde. Statlarımız "iskambil kağıtlarından". Sadece fikirsel bir "zeminsizlikten" bahsedemeyiz.
Mikro Türkiye.
Unutmadan sevgili TFF! Başarısız, üstelik ÇOK BAŞARISIZ ve de HİÇ UMURSAMAYAN TAKIMLARIN TARAFTARI OLMAZ! Boşuna "proje(!)" filan geliştirmeyin.
Mikro Türkiye.
"Futbol lisesi" projesi, İmam Hatiplerle eşgüdümlü mü olacak acaba?
Mikro Türkiye.
Her alanda problem aynı: ALTYAPISIZLIK. Denetimsizlik, plansızlık, programsızlık, zeminsizlik, savrukluk, hoyratlık, şımarıklık, küstahlık, cürret, cehalet, estetiksizlik, iletişime kapalılık, bencillik, umursamazlık, sığlık...Bunlar alt kümeler.
Ana küme: GENETİK.
Mikro Türkiye.
Hedef şimdi ÇEK maçı olmalı. Kamp, kadro, bilimsellik, motivasyon, ülke sevgisi, profesyonellik, spor, başarı filan hepsi boşuna. Tek taktik var: AÇIK ÇEK!
Paraya "inanırız" biz en çok.
Mikro Türkiye.
Paraya taparız.

Çarşamba, Eylül 03, 2014

DOĞUM GÜNÜ AŞURESİ

Dün doğum gününmüş. Unutmadım. Çünkü bilmiyordum. Zaten hiç hatırlamayacaktım. Çünkü bilmiyordum. Bilmeden bir şeyi hatırlayamazdım. Unutsaydım...O kötü olurdu işte. Çirkin olurdu o! Benim için yani. Biliyor olurdum çünkü o zaman doğum gününü. İnsan bildiği şeyleri unutabilir ancak.
Biliyor ve unutuyor olurdum.
Yine de üzüldüm ama unuttuğum için doğduğun günü. Kızdım bana. "Bilseydim keşke" dedim doğum gününü. Bilseydim ve hatırlasaydım.
Kızdın mı?
Keşke öldüğün günü de hatırlamasam! Bilmeseydim keşke o günü! Hiç olmasaydı!
Biliyorum ve unutamıyorum.
Ben o 2 günün arasındaki günleri, senle olanlarını seviyorum. Onlardan çok hatırlıyorum. Bir tanesi "aşureli".
Aşure getirmiştin bana bir kere. Sabaha karşı 4 müydü? Nişantaşından Fulyaya gelmiştin. Yürüyerek. Elinde aşure. Ben yerken, sen koltukta oturdun. Yerken seyrettin beni. Sonra gittin. Kaseni de aldın giderken.
"Güzel olmuş!" dedim ben sana. Sen bana bir şey sormadın. Gülerdik aşureye. "İçinde nohut olan tatlı!" derdik. En çok da nohutlarını severdim ama ben. Zaten her fırsatta , her şeye gülerdik. Bugünün tarihini bile bilmiyorum Defne. Bugün de başkalarının doğum günüdür muhakkak.
Bugün, bugünün tarihine gerek duymadım hiç. Evden çıkmadım hiç bugün. Evde klima var. Gürültülü ama. Kızardın sen olsaydın klimaya. Ben de kızıyorum.
Biz aynı şeylere kızardık.
Ama soğutuyor da bir yandan gürültü yaparken. Ev serin ve gürültülü.
Kızardın ama yine de sen olsaydın.
İnsan evde neden o günün tarihine ihtiyaç duysun ki? Evde pek işe yaramaz tarih filan.
Benden bir yaş büyük olacaktın dün. Aramızda kalırdı bu ama, merak etme.
Kızdın mı? Doğru söyle?
Ben sadece annemin doğum gününü biliyorum. O da 1 mayıs diye. Sen zaten biliyorsun ama doğum gününü bilmediğimi. Annemin doğum gününü bilmediğimi de biliyor musun?
Bugün 3'üymüş. Az önce gördüm.
Evdeyim hala.
İyi ki doğdun Defne!
Keşke ölmeseydin! Aşure yapsaydın...Gülseydik yine.