Salı, Temmuz 29, 2014

GERÇEK İYİ

İyilik yapmak, kan vermeye, organ bağışlamaya benzer. Verdiğin kanın, bağışladığın organın kime gideceğini hesaplayarak kan veremezsin, organ bağışlayamazsın. Senin değildir artık o kan, o organ.
Belki bir hırsıza vermişsindir kanını. Belki bir tecavüzcü kabul eder bağışını. Sen bunlarla ilgilenemezsin. Sen bunlarla ilgilenmemelisin. Sana düşen; kanını vemektir. Senin yapacağın şey en fazla organlarını bağışlamaktır. Gerisine karışamazsın. Gerisine karışmamalısın. 
Karşılığında huzur alırsın azıcık. Vicdanın rahatlar biraz. 
Kim bilir; belki sen de kötüsündür. Kimin kan vereceğine, kimin organlarını bağışlayacağına karışabilir misin? Kimi zaman en büyük bencilliktir kan vermek, organ bağışlamak. Tam tersi gibi algılansa da. Tam aksi söylense de.
Kendi vicdanını kendi kanınla temizlersin. Bağış sana gider aslında. 
İyilik yapan biriysen, iyi biriysen; iyi olmak dışında yapabileceğin bir şey yoktur. Hesap kitap yapamaz gerçek iyiler. Matematikleri kalpleri kadar iyi değildir. Zamanlarını iyiliğe ayırırlar.
Ticareti olmaz iyiliğin. Rant olur o. Menfate olur. İyiliğin en çirkin halleridir bunlar. Tüccar olamaz gerçekten iyi olanlar. 
Senin muhattabın "iyiliğin" kendisidir, gerçek iyi olmak istersen. İyiliği kimin için yaptığını, yaptığın iyiliğin gittiği yeri umursamazsın. İyiliğin gittiği kişi onunla ne yapar, onu nasıl kullanır buna aldırış etmezsin gerçek iyi olmak istersen eğer. İyilikten bir karşılık beklemezsin. 
Tek taraflıdır çoğu zaman ilişkiniz. 
İyilik sana döner mi, dönmez mi, umursamazsın. Camda beklemezsin. Kulağın telefonda, gözün televizyonda olmaz iyilikten sonra. Belki bir yorgunluk olur ama. İyilik yorar insanı. Omuzlarına hafiten bir yük biner. Huzurdur yükün adı. Sonra hemen alışırsın o yüke. Yük hafifler zamanla sen iyi oldukça. Daha çok yük biner omuzlarına, sen hafiflersin. Yüke alışır; bağlanırsın. 
İyilik kanına bir girdimi...
Koşarsın omuzunda, sırtında yüklerle. Dağ tepe tırmanırsın.
Aslında sen bir şey de "yapmazsın". Sen "iyilik yapmazsın" aslında. Gerçek iyilik "yapılmaz". Kendi kendine olur "iyilik". Olduktan sonra da seni hiç ilgilendirmez. Senle bağını koparır. Sadece vücudunu, aklını, kalbini kullanmıştır "olurken". Sen kuluçkadasındır. Zamanı gelir; seni terk eder, gider. Sesini çıkarmazsın. 
Koşarsın. 
Aklın arkada kalmaz koşarken eğer "gerçek iyisen". Sadece koşarsın. Aklın arkada kalırsa yavaşlarsın. Yavaşlarsan; sana gelmez artık "iyi". Seni kullanmaz artık. 
Yavaşlarsın. 
"Herkes" olursun. Herkes gibi yavaşlarsın. En son ne zaman arkasına bakmadan koşan birini gördün?
Denersin sen de "gerçek iyi" olmayı. Herkes dener. Herkes başardığını, "gerçek iyi" olduğunu sanır. Hızına kimse bakmaz. Sorsan; hepimiz peygamberiz.
Ben de denedim. Deniyorum. Ama olamıyorum. Bazen yaklaşıyorum. Koşar gibi oluyorum.
Sonra "arkama bakıyorum".
Önüme döndüğümde; "Herkes" oluyorum.

KAMASUTRA

Her gün bir şeylerin "DOZU" artıyor ülkemizde. Her gün bir şeyler "SERTLEŞİYOR".
Mesela her sabah içtiğim kahve!
Her sabah içtiğim kahvenin dozu artıyor ülkemizde. Her sabah sertleşiyor kahvem.
Başka türlü uyanamıyorum.
Kafein hapına mı başlasam?
Direkt burundan mı çeksem kafeini?
Kahveyi direkt damardan mı alsam?
Beynimi daha hızlı uyarmak,uyandırmak için yeni yollar bulmalıyım.
Uyuşturmak için ellerinden geleni yapıyor çünkü birileri beynimi.
Beni "oyalıyorlar". Kandırmaya çalışıyorlar.
Her gün kutudan, o karanlık kutudan yeni bir şey çıkarıyor birileri.
Kutudan en son çıkan; "TOPLULUK İÇİNDE KAHKAHA ATAN KADIN, İFFETSİZDİR" önermesi.
Bu zihin açıcı, izleyenleri hayrete düşüren, ödünü patlatan bu ilüzyonu kutudan çıkaran da MUHTEŞEM ARINÇ!
Gösteri devam ediyor.
Ve maalesef gösteri çok sahici. Ciddiler.
Tüm olanların,söylenenleri,yaşanan ve yaşatılanların "Büyük Planın"  uzantısı olduğunu düşünüyorum.
"HEPİMİZİ DELİRTME PLANI".
Amaç, ülkeyi akıl hastalarıyla doldurmak.
"Yeni Türkiye" dedikleri; TIMARHANE olmasın?
"Büyük Plan" devrede. Saat gibi işliyor. Her gün, her saat yeni bir hamle görüyor,duyuyoruz. Hepimizi çaresiz, hareketsiz bırakan hamleler. Felç olduk çoktan. Beynimizden aşağısı felç!Kıpırdayamıyoruz. Olduğumuz yere çivilendik. Buna rağmen zamanda 1500 yıl geriye gittik. Bu nasıl başardık?
Bir insan böyle bir şeyi niye söyler? Bir insan, bir bayram günü, 2014 yılında neden "Topluluk içinde kahkaha atan kadın iffetsizdir" der? Konu buraya nasıl ve neden gelir? Hangi ihtiyacın, yokluğun, sorunun cevabıdır bu?
Bu cevap zaten başlı başına bir sorundur.
Sorunnun kendisi olanlar; hiç bir sorunu çözemezler.
Sorun bu.
Böyle bir önerme nasıl "açıklama" olur. Zaten aslında bu bir "önerme" de değil. Bu bir "zırva".
Böyle bir şeyi, bir devlet adamı, bir devlet büyüğü, bir siyasetçi, bir bürokrat, aklı başında herhangi biri nasıl "açıklar"?
Herkesten önce, her şeyden önce bunu kendine nasıl açıklar akıl sağlığı yerinde olan biri?
Bunları gerçekten soruyorum. Anlamak için. Anlatmak için.
Anlamak için sorar insan. Bazen de anlatmak için.
Bazı sorular cevaptır.
Ben 38 buçuk yaşımdayım. Heteroseksüelim. Epey heteroseksüelim üstelik. Kadına çok büyük zaafım var. Hayatımda büyük bir yeri var kadınların. Hayatımın en önemli insanı bir kadın.
Sağlıklıyım. Epey sağlıklıyım. Aşırı sağlıklıyım üstelik.
Bekarım. Epey bekarım. Aşırı bekarım. Bu kadar bekar olmaya gerek yok aslında.
Günde 2 saat filan uyuyorum. Geri kalan 22 saat içinde, ben bu kadar aklıma düşürmüyorum "Kadını ve seksi".
Çünkü sağlıklıyım ben. "TAMAMIM".
Bu kadar çok seks ve kadına ayıracak vaktim yok çünkü. Ve ben bir ülke, bir millet, bir devlet de yönetmiyorum üstelik.
Üstelik ben işsizim. Hiç işim yok.
Çok vaktim var. Lakin hiç boş vaktim yok.
Vakit 2014 oldu.
Çoğumuzun haberi yok!




Pazartesi, Temmuz 28, 2014

NOT

Bir gün evden çıkman gerekir. Hızlıca. Sanki bütün dünya seni beklermiş gibidir telaşın. Dünyayı bekletmek istemezsin.
O yoktur evde.
Küçüksündür daha. Gençsindir.
Kulağını yeni deldirmişsindir. İşin aslı; kulağını kendin delmişsindir, buzla uyuşturup; iğne marifetiyle kendin delmişsindir kulağını. Ona söylemezsin ama bunu. Kulağın ve senin aranda soğuk bir sırdır bu.
Zaten kulağının delinmesine yeterince kızmıştır.
Yine de; "yakışmış" der, öfkesi hafifleyince. Kıyamaz çünkü sana, kulağına, saçının bir teline kıyamaz. Onun işi budur.
Evden çıkman gerekir delik kulağın ve berbat küpenle.
Not bırakırsın.
Cep telefonu filan hayaldir o zaman. Bilim kurgu filmlerinde görürsün. Uçan arabalarla beraber.
"Kadiköy'e gidiyorum. Akşam yemeğine bekleme" yazarsın. Sonuna da bir "seni seviyorum" eklersin. Bunu ilk kez yapıyorsundur. Utanırsın. Kimse gördümü acaba utanırken diye merak edersin.
İçinden gelmiştir. Gülümsersin. Nicedir söylemek istersin ama söyleyemezsin bir türlü. Bu kez, bu fırsatı kaçırmak istemezsin. Belki de sırf bu yüzden yazarsın notu. Belki de sırf bu yüzden Kadıköy'e gidersin. Not...Kadıköy...Belki de hepsi bahanedir senin için. Notu yazarsın, masaya bırakırsın. Kaçıverirsin evden...Nottan...Gülümseyerek kaçarsın. Bir deney yapmışsındır. Sonucunu beklersin.
Kadıköy'e gidersin. Aklın nottadır. Kadıköy aynıdır ama not değildir. Daha önceki notlarına benzemez. Dediğini yaparsın; yemeğe gelmezsin.
O yine bekler seni. Sana bir tabak yemek ayırır. İşi gücü sensindir.
Aradan zamanlar geçer. Yemekler yenir. Kadıköylere gidilir.
Bazı yemekler kaçar; bazılarına yetişilir.Sonra bir gün odasında bir şey ararken bulursun kendini. Başucundaki çekmeceyi açarsın.Notu görürsün. Gülümsersin. En sahici halinle gülümsersin.O da gülümsemiştir; hissedersin.
O hep sahicidir bilirsin.
O sana "yavrum" der; sen ona "ANNE" dersin!

Pazar, Temmuz 27, 2014

İNSAN PROJESİ

Tuhaf bir takasa girmiş gibiyiz. Vicdan, ahlak, merhamet verip; menfaat almışız. İlklerimize kadar çıkara batmışız. Berbat bir pazarda gibiyiz.
Bu dünyaya ait değilmiş gibi yapıyoruz vicdan, ahlak ve merhamet. Niye öyle yapıyoruz? Manyak mıyız biz?
Bu dünyada hep kaybetmiş vicdanlı, ahlaklı ve merhametliler, ondan mı?
Bu gerçek dünya. Sanki başka bir dünya varmış gibi. Umarım yoktur. Hiç uğraşamam, her şeye baştan katlanamam. Zaten başka bir dünyaya gerek yok. Bize niye başka bir dünya gerek olsun ki? Bozalım diye mi? Onu da yok edelim diye mi?
Bize gereken başka bir insan başka bir dünyadan çok. İnsanın ilk haline, eski insana ihtiyacımız var.
Cennet de, cehennem de kişinin içinde. Uzağa gitmeye, göğe bakmaya gerek yok.
İnsan hangi tarafta yaşayacak, ona karar verecek. Sornra gidecek, o tarafta yaşayacak. Ölene kadar. Ölünce her şey biter. Solucanlara yem oluruz. Gübre oluruz. İnsanlı toprak oluruz.
Bir de bu insanın cennet ve cehenneme inanmış; inandırılmış hali. Cenneti özleyen; cehennemden korkan hali bu insanın. Bu insanın inanan hali. İki ayak üzerinde doğrulmak, iyi gelmemiş insana. Doğrulunca daha başka şeyler görmüş, maymunun gözü açılmış sanki.
Zaten insan başarılı bir proje değil.

Perşembe, Temmuz 24, 2014

Salı, Temmuz 22, 2014

TESPİT BÖCEĞİ

Ben de isterdim olağan şeyler hakkında yazayım. Bir kız bir çocuğa aşık olsun çok isterdim yazdıklarımda. Bir gökkuşağı altında öpüşsünler ilk defa, her baktıkları yerde ateşböcekleri olsun çok isterdim.
Beach beach gezip, ülkemin mojito haritasını çıkarıp, bu konuda hangi noktalara geldiğimizi, DJ'lerimizin neleri başardığını tespitlemeyi ben de çok isterdim. Bir tespit böceği olmak isterdim.
O da lazım tabii!
Tespit böceği de lazım!
Yani...Lazım tabii!
Herhalde yani...lazım.
Yine sokaktaydım dün. Sabahtan akşama kadar neredeyse.
Yürüdüm yürüyebildiğim yerlere. Yürüyerek gidebildiğim yerleri seviyorum. Oralara yürüyerek gidebiliyorum çünkü. Yürümek en sevdiğim bireysel taşıt aracı.
Ucuz, sağlıklı, hızlı...
O kadar ucuz ki; bedava!
Kardiyo vasküler bir ulaşım biçimidir "yayan".
Bir yerlere yayan gitmeyi seviyorum. Üstelik müzik yayınım da var yolculuk ederken. Vivaldiciyim bu aralar!
Sen hiç Vivaldi dinlerken yürüdün mü, spor yaptın mı, seviştin mi? Duşta Vivaldi dinledin mi? Duş uzayabilir, dikkat et! Hepsini Vivaldi'yle yap bir kere de!
Sokaktaydım koca gün. Sokak çocuğuyumdur.
38'lik bir sokak çocuğu.
Tabanca gibiyim.
7-8 semt geçtim yayan vaziyette. Bu en az 2-3 dünya yapar. 4-5 sosyo-ekonomik grup gördüm.
Pek çok sosyal statü gözlemledim yine bu seyahatimde de.
Çok önemli bir ortak noktaları vardı hepsinin: MUTSUZLUK!
Başörtülerine, süper mini şortlarına, sakallarına, dövmelerine, birkenstocklarına, badem bıyıklarına, Beckham saçlarına bakmadan; tüm bunları aşarak, yüzlerine baktım.
Kanadığımız zaman aynı kanıyoruz çünkü.
Gülerken de aynıyız.
Mutsuzuz lan!
Eğer görebildiğimin, 10'da biri kadar mutsuzsak gerçekten; gerçekten çok mutsuzuz demektir.
Hınçlıyız sanki. Bir şeylere, birilerine bilenmişiz.
O kadar bilenmişiz ki; parlıyoruz. Çok keskiniz. Mutsuz, hınçlı, bilenmiş, parlak, keskin kılıçlar gibi. Birbirimizi kesmek istiyoruz sanki. Kim olduğumuzu bilmeden, kim olduğumuzu sorgulamadan, umursamadan kesmek istiyoruz sanki.
Telefonlarımıza gömüğüz.
Başımız önde hep. Mahcup gibiyiz sokakta olmaktan, insandan korkan bir halimiz var gibi. Yüzümüz asık. Kaşlarımız çatık.
Mutsuzuz işte! Herkeste bir "ben sana fazla iyiyim" hali. Bir bıkkınlık. 17 yaşında yaşlılarla dolu sokaklar. Yorulmuş hepsi.
Radyasyon yorar adamı.
Mutlu olmayı zayıflık mı sanıyoruz biz acaba? "Delikanlılığı" bozar mı mutluluk?
Ben mutluyum mesela. Üstelik hiç mutlu olmamam gerekirken. Neden bu kadar mutlu olduğumu anlayamadan mutluyum üstelik. Pek kurcalamıyorum. Bozulur diye; bozulurum diye korkuyorum. Garantisi, garantim var mı bilmiyorum. Bundan, hiç karışmıyorum mutluluğuma. Baksın başının çaresine! İlle de mutlu olmak istiyorsa; kendi bilir! Kendi haline bırakıyorum. Bırakıyorum ki mutlu olsun.
Ben de mutluyum çünkü o mutluysa.
Şikayetçi değilim. Şikayetlerimle barıştım. Hepsiyle. Onlar sadece birer "şikayet" benim için. Hepsi bu! Yok ediyorum hepsini onlarla barışarak.
Barış bir sürü şeyi yok eder.
Üstelik çok şikayetçi olmam gerekirken yapıyorum bunu.
Şikayetlerime bu hazzı vermiyorum. Şikayet olamıyorlar artık benim yanımda. Uslu uslu duruyorlar.
Mutluyum ben, evet. Yoruluyorum ama mutlu olurken. Çok "efor" sarf ediyorum çünkü. Yedek efor tanklarımı devreye sokuyorum.
Tatlı bir yorgunluk bu. Doğurmak gibi.
Ben her gün doğuruyorum.

Pazartesi, Temmuz 21, 2014

İNSANLAR,KARGALAR,BALONLAR,ARABALAR,RUJ ve BEDELLİLER

Ne meraklı insanlar bir şeyler saklamaya. Saklanmaya. Ne çok yerleri , zamanları, yüzleri var bir şeyleri saklamaya, saklanmaya.
Ömür boyu saklambaç oynanır mı?
Ben artık hangisi maske, hangisi değil anlayamıyorum. Oyun nerede başlıyor, gerçek nerede bitiyor, kestiremiyorum.Karga gibiler. Kargalar da meraklıdır bir şeyleri saklamaya. Parlak şeyleri sever kargalar. O sevdikleri parlak şeyleri toplar,biriktirir, saklarlar. Bazen bir vida, bazen bir gazoz kapağı...
Yeter ki parlak olsun biraz. Hiçbir şey tek başına değerli değildir.
Sen neye değer veriyorsan, o değerli olur. Bazen en değerli olur hatta.
Bazen bir vida, bazen bir gazoz kapağı...
Ben severim kargaları. Saklamayı sevmiyorum ama. Saklanamadım bir türlü. Saklanacak bir yer, bir yalan, bir yüz bulamadım. Aslında çok var tabi.
Yer de var, yalan da var...Yüz zaten çok! Ben çok yoruluyorum saklayınca. Saklayacağım şeyi, kişiyi nereye saklayacağımı ararken vakit kaybedemem. Sakladığım şeyi örtbas etmeye çalışırken yeni bir hikaye uydurmakla uğraşamam. Korkarım da bundan.
Ya inanırsam kendi uydurduğum, uyduruk hikayeme? İnanmazsam olmaz çünkü. Madem saklanacağım, inanmamda lazı kendi boktan hikayelerime. Sevmem lazım çirkin yüzümü. Ve tüm bunlar olurken rahatsız olmamam lazı. Soğukanlı ve berbat biri olmam lazım.
Ağırlık yapıyor o sakladıklarım. Yavaşlatıyor beni o ağırlıklar... haliyle ben de yavaşlıyorum. Aslında işlerini yapıyorlar. Ağırlıklar yani...Onların bir suçu yok. Ağırlıkların yani...
Sürekli ilerlemek, ileriye doğru ilerlemek, yukarıya doğru yükselmek isteyen birinin hiç işine gelmez o ağırlıklar. Sevmez onları. Ağırlık, ilerlemek isteyen, yükselmek isteyen insanın, balonun, arabanın düşmanıdır. Çok zengin olabilir ama insan eğer saklarsa bir şeyleri. Yüzünü satanlar var.
Fakat balonsa yükselemez.
Arabaysa hızlanamaz.
Ben askerliğimi bedelli yaptım. Askerlik için ödediğim bedeli bankadan borç aldım.
Hala ödüyorum. Bazen de ödeyemiyorum. Bunu bile söyleyemiyor bazı bedelliler. Bedelli asker olduklarını yani...Bankaya olan borçlarını ödeyemediklerini söylemelerini zaten beklemiyorum. O kadarı salakça olur. Salağımdır ben biraz. Bazı bedelli askerler, ünlü hatta. Çok var hatta bedelli ünlüler. Bazı bedelli ünlüler bunu bile söyleyemiyor. Bedelli ünlü olduklarını yani...
Saklıyorlar. Saklanıyorlar. Hemen bir şarkı patlatıyorlar, yeni dizilerinden, kitaplarından,yazılarından bahsediyorlar.
Şarkı playback. Hayları da öyle. Şarkıları bile yalan. Seslerini saklıyorlar bu sefer. Konu oraya gelince,onlar oradan kaçıyor. Arkalarına bakmadan üstelik. Engelliyorlar kendilerini. Kendi kendilerini engelliyorlar. Ne meraklı insanlar sessiz kalmaya, sessizliğe ne kadar alışıklar. Ben sessizlikte kalamam. Duramam orada. 1 dakika duramam. Hemen bir şey söylerim. Çeker giderim. Aslında ben bir yere gitmem; sessizlik yok olur ben bir şey söyleyince. Bedelli askerlik, askerlik sayılmaz, biliyorum. Askerlik yaptım sayılmaz yani aslında. Biliyorum. Askerlikten muaf oldum ben bedelini ödeyerek. Hepsi bu. Hayata döndüm ama bedelli askerlikle. Askere gitseydim, dönemezdim; biliyorum. Çok vergi ödedim askerlikten muaf olduğum o günden bugüne. Eve gelen kağıt, hala buzdolabımın kapağında duruyor. Bir erkeğin vatan borcunu ödemesinin tek yolu askerlik değil. İyi bir vergi ödeyicisi, iyi bir istihdam yaratıcısı, iyi bir eş, dost, evlat olmak da önemlidir.
Vatan borcunu; en iyi, "İyi Vatandaş" öder. Yeterince "İyi vatandaş" olursan hatta; sana
borçlu kalır çoğu zaman vatan. Ben de bankaya ödüyorum borcumu. Epey ödüyorum hem de. Bazen de ödeyemiyorum. Epey ödeyemiyorum hem de. Ama vergimi eksiksiz ödüyorum. Listelere girmeyi hak edecek kadar ödemiyorum ama ödüyorum. Rekortmen değilim ama ödüyorum. Borcum bu benim çünkü. Vatana borcum.
Türkiye'de pek konuşmuyor insanlar. Bazen konuşuyorlar. Nadiren. Eser miktarda. Her konuştuklarında da doğru konuşmuyorlar ama. Dudağında rujla gezen erkekler,ünlü olanları da var, "Ben nişanlandım" diyor mesela televizyonda. Üstelik bir kadınla! Onları da anlıyorum ben. Kendimi yerlerine koyuyorum. Dudağıma ruj sürmeden yapabiliyorum bunu. Ülkemiz zor. İzin vermiyor bazen konuşmamıza. Biz de konuşmuyoruz. Konuşmak için izin beklerken biz daha da zorlaşıyor ülkemiz. Biz daha da konuşmuyoruz o zaman. Koca koca sessizlikler giriyor aramıza. Sessiz bir sarmala kapılıp gidiyoruz. Kapılıp giderken çığlık atıyoruz belki ama onlar da sessiz. Kimse duymuyor. Ses telleri, uzun süreler konuşmazsan, yok oluyo. Sonra onlara en ihtiyaç duyduğun zamanda, ses edmezsin. Gıgın çıkmaz. Çıkmasın da zaten. Geç kaldıktan sonra ne önemi var konuşmanın. Seni duyması gereken çoktan çekip gittikten sonra...
Sessizlik yapıştı üstümüze. Ben üstüme yapışan şeyleri de sevmiyorum. Yavaşlatıyor beni üstüme yapışanlar. Beni yavaşlatan her şeye, herkese düşman oluyorum sonra. Keşke eşcinsel olsaydım diyorum bazen. Söylerdim eşcinsel olduğumu. Eşcinsel olduğumu söylemek için eşcinsel olsaydım keşke diyorum. Kaçırdım o şansı. Bu yaştan sonra eşcinsel olamam. Ama her yaşta konuşabilirim.
Eşcinsel olsaydım ve bunu söyleseydim; belki o zaman bir adım, minnacık bir adım yaklaşırdık diyorum konuşmaya, saklamamaya...Normale doğru bir minik adım atardık belki diyorum.
Normale doğru her adıma ihtiyacımız var.
Askerim ben hep. Her gün askerim. Çok bedel ödüyorum.
İşte söylüyorum.
"Askerim ben. Çok bedel ödüyorum!" diyorum."Keşke eşcinsel olsaydım" diyorum.
"Olsaydım; onu da söylerdim!" diyorum.

Pazar, Temmuz 20, 2014

BU YAZI "SENİ İLGİLENDİRMEZ".

Çok alınganız. Çok! Hemencecik bozuluveriyoruz her şeye, herkese.
İletişim kanallarımız kapalı çünkü. Tıkanmışlar.
Aslında hiç samimi değiliz. Ve bunun tam aksi; iletişimde dünya rekortmeni olduğumuzu sanıyoruz. Samimi olmayı, birbirimize "abi,amca,abla,teyze,kardeşim" demek bellemişiz.
Bizim için "empati", arabanın dörtlülerini yakmaktan ibaret.
pek çok konuda olduğu gibi; "SAMİMİYETİN" de tanımını yanlış kodlamışız çünkü. Herkes bize duymak istediğimiz, duymaya ihtiyacımız olan şeyleri söylesin istiyoruz.
Yalan da olsa, razıyız duyduklarımıza. Yeter ki duymak istediklerimiz söylensin bize, İhtiyacımız olan samimiyet değil aslında.
Yalncı olması önemli değil kişinin! Yeter ki samimi olsun!
Samimi yalancı dolu her yer.
Biz yalana vurgunuz.
"Gerçekten" korkuyoruz çünkü. Gerçekten korkuyoruz. Çünkü öz güvenimiz noksan. Genel bir güven eksikliğimiz var. Kalsiyum eksikliği gibi. Ve bu kalsiyum eksikliğimizi malla mülkle, kılıkla kıyafetle, kısacası maddeyle gidermeye çalışıyoruz.
Maneviyatı hiç umursamıyoruz.
Samimiyet bu değil. Samimiyet yalan değil. Biz yalan olsun istiyoruz.
Samimiyet tarafsız aslında. Renksiz, tatsız...Nötr.
Gerçekle ilgisi var samimiyetin. Haliyle cesaretle de bağlantılı epey. Kol kolalar. Biz ayırmaya çalışıyoruz onları.
Gerçek,cesaret,samimiyet... Bunlar hep beraber aslında ama biz aralarına giriyoruz. Yalan sokuyoruz aralarına.
Yalan, menfaat,beyaz jip,rant...
Samimi olmak risk almak aslında. Bunda da cesaret var. Gerçek var.
Basit bir "Neyse o" hali aslında samimiyet.
Hakemlik gibi. Gördüğünü çalmaktır samimi olmak.
Düşündüğünü söylemektir.
Kabına göre şekil almaz.
"Seni ilgilendirmez" lafına bu kadar çok ve hızlı biçimde "bozuluşlarımız" hep bundan işte. Çok alınganız! Halbuki ne temiz laftır.
"Seni ilgilendirmez"
Yani bu seninle ilgili bir şey, bir konu, bir duygu değil demektir "Seni ilgilendirmez" demek. Sencidir. Seni kollar aslında. Senden yanadır.
Bozulacak bir şey yoktur çoğu zaman biri sana "Seni ilgilendirmez" dediğinde. Hatta rahatlatması gerekir seni. Nefes aldırır sana. "Sen keyfine bak" der. Maçını izlersin sen, kahveni içersin, kitabını okursun.
Bizde genelde kavga çıkar biri sana "Seni ilgilendirmez" dediğinde. Mevzu karakolluk olur.
Aslında sadece "It's none of your business" demektir bu.
Büyütecek bir şey yoktur yani bunda. Samimiyetten korkma bu kadar.
Sonuçta...
It's none of your busıness!
Sen git maçını izle,kahveni iç,kitabını oku.

Perşembe, Temmuz 17, 2014

KARANLIK BİR BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENİ

"Yeni Türkiye" nedir? Eskisine ne oldu?
"Yeni Türkiye" , bir çeşit itiraf olmasın? Bir çeşit kabul etme hali mi "Yeni Türkiye"?
Eski Türkiye'nin bittiği, yok olduğu, yok edildiği göz göre artık bu denli rahat ifade edilebiliyor mu?
İfade özgürlüğü çok temel bir ihtiyaç tabi.
Oksijen gibi.
Oksijenin söz,ses,yazı,film,belgesel,müzik,heykel,resim hali sanki.
Elbette ifade özgürlüğü olmadan yaşanır, bunu kabul ediyorum. Ben kimsenin "ifade özgürlüğü yetersizliğinden" öldüğünü duymadım.
Ama öldürülenler var!
Öldürenler olduğu sürece, öldürülenler olacak!
Kimse kendi kendine öldürülmez. Bir çeşit intihar değildir öldürülmek.
Birinin öldürülmesi için öldüren biri olmalı.
Var. Ne yazık ki var.
Bazen öldüren kişi, kendi kendine karar verir öldürmeye. Her şey bir anda olur. Herkes hata yapar. Bir hata bazen öldürür. En öldürücü hata da budur.
Bazen de, emri başkası verir.
Emri veren çoğu zaman, emri verdiğini kabul etmez.
Suçtur bu çünkü.
Ve çoğu zaman kimse suçlu olduğunu kabul etmek istemez. Normal suçlu tavrı, ruh hali budur.
"İTİRAF" bu yüzden çok kıymetli bir müessesedir. 
Az bulunur.
Tuhaf bir cesaret vardır itirafta. İtirafçı cesur insandır haklı olmasa da. Her cesur insan haklı değildir sonuçta.
Sadece "İTİRAFÇIDIR". Her itirafçı aferini hak etmez.
Suçun emrini vermek, yeşil ışık gibidir. Suçu harekete geçirir. Marş motoru gibidir. Aslen ilk gereken bu harekettir sadece. Gerisini suçlu, yani "EMRİ UYGULAYAN" halleder: Emri uygular.
Gerisi yokuş aşağı...
Gerisi ölüm...
Bazen de kabul eder "emri verdiğini" emri veren. Korkmadan, kimseden çekinmeden, vicdanı acımadan, kimseye acımadan...
Aksine gururla...
"DİK DURARAK"...
Gözleri çakmak çakmak...
Sözleri alev alev...
O konuşur; ülke yangın yeri olur.
Koca bir ülke "Madımak" olur. Koca bir ülke Sivas olur. Zaman durur.
1993 bugün!
"İfade özgürlüğünü" kullanır, ülke yanarken, o esnada; başka kimseye o özgürlüğü kullandırmayan.
Bencildir zaten. "Bütün özgürlükler benim olsun" ister. Bütün arsalar gibi.
Tek yönlü bir yoldur onun için "İfade özgürlüğü".
Bir tek ona açıktır. Herkese her yolu kapamıştır oysa.
"EMRİ VEREN" emri uygulayanın gölgesidir biri öldürülürken. Hemen oracıktadır. Olay mahallindedir.
Emri veren suça, suçlaya ortaktır.
Kimin payı daha çoktur peki?
Emri veren, azim ettirendir. Hedef gösteren, hedefi gösterendir. Suçun uygulanması için kronometreye basan, kronometreyi tutan, suçluyu finiş çizgisinde bekleyen de odur.
Karanlık bir beden öğretmeni gibi.
Bunlar suçtur. Her suçun bir karşılığı yok mudur peki?
İşte o; suçluya göre değişir!

Çarşamba, Temmuz 16, 2014

KABİN BASINCI

Hiç heyecanlandırmıyor beni bu seçimler de.Bir Honduras-Ekvador maçı kadar bile heyecanlandırmıyor hem de. Zaten kupa da bitti. Canım zaten sıkkın!
Üstüme gelme!
Ülkem yeterince geliyor zaten üstüme!
"Bu ülke..." diye başlamayı sevmiyorum, "KENDİ" ülkemi anlatırken, anlarken. 
"BU mesafesinde" değilim çünkü ülkemden. Uzakta değilim. Cihangir'deyim. 
"Bu ülke" diye anlatamam, anlayamam. Kendimi "sıyaramam". 
Ben de kabahatliyim!
Epeydir beni heyecanlandıran bir seçim bulamıyorum kendime. Uzun zamandır "Beni" %100 temsil ettiğini düşündüğüm, %100 "BEN" olan bir aday bulamıyorum.
Oysa her seçimde elime pusula tutuşturuyorlar.
%100'ü çoktan geçtim zaten. Beklentilerimi zaten ufaladım çoktan. %40'a fitim şu sıralar.
"KÖTÜNÜN İYİSİNİ" seçmek zorunda bırakılmaktan, aklı başında bir seçmen olarak çok sıkıldım. Seçeneksizlikten daraldım. Bu bir seçen insan için en fenası. 
Seçeneksizlik! 
Yine bir SEÇENEKSİZLİKLER SEÇİMİNE doğru gidiyoruz.
Bütün siyasetini "BİZ BUYUZ. BUNU YAPACAĞIZ.ŞU PROJEYİ GELİŞTİRDİK...." demek yerine; "ONLAR BU!BUNU YAPTILAR.ŞUNLARI YAPACAKLAR SANA!" üzerine kuranlar, beni nasıl heyecanlandırsın?
Ben hepsinden daha çok "siyasi partiyim".
Tek kişilik bir partiyim.
Bir tane oyum var. 
"BANA" çok yükleniyorlar. Çok yüklüyorlar beni. Bana çok güveniyorlar. Bu kadar güveni aşırı buluyorum. Keşke hislerimiz karşılıklı olabilseydi. Zaten öyle de olması lazım değil miydi? 
OY VERİLMEZ çünkü aslında! OY , ALINIR! 
Keşke ben de onlara güvenebilseydim bu kadar.
"TWİTTER MUHALEFETİNDEN" öteye geçemeyenler zaten hak etmiyor benim %100'ümü.
 Ama ülkem de hiç hak etmedi başına gelenleri son yıllarda. Ben ülkemden yanayım. Ülkeme oy vereceğim ben. Yenisini, eskisini bilmem!
Ülkemi bilirim ben. Ülkeme ne yapılmak istendiğini bilirim.
"YENİ TÜRKİYE" dediği; "ESKİ İRAN". 
Annemi düşünüyorum. Yeğenlerim var. Amcayım ben, dayıyım. Ablalarım var. Abim var aslan gibi. SEÇMENKEN, seçerken; ya da seçmezken bunları; onları düşünüyorum. Aklım onlarda.
Gerçi büyük abla KANADA VATANDAŞI oldu. O güvende. Hakkı Bey güvende. Oğulları, yeğenlerimin 5'te 2'si  güvende.
Aklım onlarda. 
Keyifleri yerinde ama akılları keyifsiz. Akılları burada. 
Her seçim mevsiminde ROMANTİK değil; PRAGMATİK oluyorum ben
Hüzünleniyorum azıcık. İklimden herhalde.
Çok isterdim ROMANTİK olabilmeyi. Ama izin vermiyorlar ki! 
Çok isterdim o toz kokan kabinde, bir an için bile olsa, önemsendiğimi sanmayı çok isterdim. 
Ülkemi kurtardığımı düşünebilmeyi çok isterdim.
Hiç bu kadar istememiştim kendimi kandırmayı. 
Bir an için bile olsa, çok isterdim o kabinin içinin, medeni ve demokratik bir ülke olduğunu sanmak. Küçük ama mutlu, umutlu bir ülke olsun çok isterdim o kabinin içi. Kendimi, o ülkenin tek vatandaşı olarak, bir sonraki vatandaş gelene kadar, o küçük kabin ülkesinde kaybetmeyi isterdim. Gerçi kolay kolay kaybolmazdım.
Pusulam var sonuçta!
Gerçek ülkeme döndüğümde oradan, bir şeylerin değiştiğini hissetmeyi çok isterdim.
Çok özledim bir şeyler hissetmeyi. Bir şeylerin değiştiğini görmeyi çok özledim.
Ablamları özledim bir de.
Birilerinin değişmesi gerek önce.
Sonra eve dönüp uyamayı çok isterdim. Huzur uyutur insanı.
Uyurken aklın geride kalmaz eğer huzurluysan.
Belki olur bir gün. Belki huzur olur. Ülkem değişir, gelişir falan filan...Biz de uyuruz rahat rahat.
Oralardan başlayacak bir şeyler "olmaya". Kabinlerden. Kabindekilerden.
O küçük ülkeler ilham verecek, bütün ülkeye. Değişecekse "BÜTÜN" ülke; o küçük ülkeler, o küçük ülkelerin vatandaşı değiştirecek.
Sensin o VATANDAŞ. Kendini küçümseme bu kadar. Küçümsetme! Tokatlatma kendini, el öpme!
Hiç istemiyorum oy vermek. Hem de hiç! Oy vermek istemeyenler, parti kursak, zorlarız belki barajı. 
Şu barjı da bir yıkamadık! 
Debisi çok düşük demokrasimizin."Türk İşi" demokrasimiz. Her işimiz gibi.
Debisi düşük demokrasi yıkamaz hiçbir barajı; aşamaz hiçbir barikatı.
Tatilden dönmek istemeyenleri, dönmeyecek olanları da anlayabiliyorum. O beachleri, mohitoları, yazlıkları, okeyleri, mangalları, bronzlukları bırakmak istemeyenleri anlayabiliyorum.
0y vermek istemeyenleri anlayabiliyorum. ÖFKE PARTİSİ'nin sivillerini anlayabiliyorum. Ben de onlardanım.
Biraz da vatansever bir öfke olduğunu düşünüyorum bu öfkenin.
Öfkeliyim, hınçlıyım, yorgunum...
Faydalı bir hınç...Dinamik bir yorgunluk...
Kolestorolün bile faydalısı, tümörün bile iyi huylusu var. Umudunu kaybetme.
Ben vereceğim oyumu. O bir tane oyumu da verceğim. Bütün hıncımı o kabinde alacağım.
Onlar için de, yani tatilciler, bronz üşengeçler, okeyciler, yorgun umursamazlar için de oy vermek çok isterdim lakin benim oyum bir tane.
Ve kime oy vereceğimi bilmiyorum.
Fakat kime oy vermeyeceğimi çok iyi biliyorum.
Şimdilik bu da yeter. Şimdilik bununla yetiniyorum.
Sonra...Sonrayı sonra konuşuruz...
Herkese iyi tatiller!

Pazar, Temmuz 13, 2014

MATRİX

Aramız çok açık. Çok açtılar aramızı. Neredeyse, en açık havada,en olumlu ortamda bile, karşı tarafı göremeyeceğiz. Uğraştılar, çalıştılar, didindiler...başardılar. Aramızı çok açtılar. Bundan daha fazla bölünebileceğimizi sanmıyorum. Deneyebiliriz, ve deneyeceğiz de, fakat muvaffak olabileceğimizi sanmıyorum. Yine de ellerinden geleni yapacak bölücüler. Yani, İşi bölmek olanlar, işlerini yapacaklar. Bu bir meslek çünkü. İşi bölmek olanlar var. Profesyonel bölücüler var. Maaş alıyolar. Bir kısmı devletten alıyor hatta maaşlarını.
Ben kendi kendini bölmek isteyen başbakan, ülke, hükümet çok az gördüm;duydum.
Bir filimde görsem; "Abartmışlar!" derim.
Abarttılar da zaten.
Bölücü!
Sıfat
Kelime kökü: Böl
Bölen kişi,kurum,devlet...manasında
Sayın başbakan o bayrağı indiren çocuktan daha kararlı bence. Lakin direklere tırmanmak için epey yaşlı. Kendine has yöntemleri var ama onun da. Daha radikal, daha geçerli ve tehlikeli yöntemler.
"Gezi'nin arkasında kimvar?" diye merak ediyor musun sen hala?
Lakin bu halihazırda "MİTOLOJİK" özelliğni koruyor.
Faiz lobisi mi diyorsun hala?
Seni üzmek istemem ama...yani...
Faiz lobisi diye bir şey yok. Vallaha yok! Otomatik kapı çarpsın ki yok! Yeminlen yok!
Faiz lobisi tek boynuzlu at gibi bir şey. UNICORN. Elf gibi. Noel baba gibi. Bir hayal ürünü. Ve her hayal ürünü gibi inandığın sürece gerçek.
Bir çocuğa , yılbaşı sabahı, "Noel Babaya inanma!" diyemezsin. Gaddarlık olur bu. O çocuk kendi kendine öğrenir Noel Baba'nın "gerçek" olmadığını büyüyünce. Biz çoktan büyüdük epey. Koca insan olduk.
Ölüme, doğuma olduğundan daha yakın olanlarımız bile var hatta.
Faiz Lobisi diye bir şey yok. Yalan bu. Aslen, teknik olarak, bir çeviri hatası. Kötü niyetli bir algı yönetimi. Bir kandırmaca.
Porno Lobisi, Faiz Lobisinden daha "inandırıcı".
Bütün dünya bize düşman filan değil. İnan bana değil. Vallaha değil! At üzerinden şu "Dünya Kompleksini".
"Dünyaya fincan oynatacağız" kompleksinden uzaklaş artık. Biz oynayalım kendi aramızda "fincan oyunumuzu". Eğlenelim tatlı tatlı hep beraber kendi aramızda. Dünyayı neden karıştırıyorsun mevzuya?
Dünyanın umurunda değiliz biz. "ÇILGIN BİR PAZARIZ" dünya için sadece.
Sandığımız kadar "Korkmuyorlar" bizden. İnan bana korkmuyorlar. Stratejik ve coğrafi konumumuz eskisi kadar çok şey ifade etmiyor. Zira artık atla seyahat etmiyoruz. 
IŞINLANMAYA ramak kaldı. 
Haçlılar(!) artık Londra'dan bir biniyor uçağa; Hong-Kong'da iniyor.
Anlatabiliyor muyum?
Gezi'nin arkasında kim var biliyor musun?
"Camiide seks yaptılar, alem ayptılar, içki içtiler! GÖRÜNTÜLER var. GÖRÜNTÜLERİ CUMA günü yayınlayacağız! " diyen var.
Tövbeler olsun!
Onlarca cuma geçti. GÖRÜNTÜLER YAYINLANMADI. GÖRÜNTÜLER YOK çünkü!
Savcının, camii imamının ifadeleri var ama. "Alem yapılmadı. Sex partisi olmadı." dediler onlar.
İmam sürüldü. GÖRÜNTÜLER YAYINLANMADI imam sürülürken.
"Kabataş'ta başörtülü bacıma saldırdılar, ÜZERİNE İŞEDİLER, TACİZ ETTİLER!" diyen var Gezi'nin arkasında.
"Görüntüleri İZLEDİM! DURUM VAHİM!" diyenler var. Bunu diyen gazeteciler(!), siyasetçiler(!), insanlar (!) var Gezi'nin arkasında. Gerçek meslekleri bölücülük olanlar var. Maaşla çalışanlar.
"GÖRÜNTÜLERİ VAR.YAYINLAYACAĞIZ" diyenler var Gezi'nin arkasında.
Lakin görüntü yine yok. Yine yayınlanamadı görüntüler.
Görüntü yok çünkü! İtiraflar var ama!
"Benim HIYARLIĞIM!" diyen oldu aralarında o olmayan görüntüleri izleyenlerin. Kişinin kendini bilmesi önemli tabi. Olmayan görüntüleri izlemediğini itiraf etti yani sonunda. Allahtan mı korktu, vicdanını mı hatırladı, ahlaklı olmak mı istedi, bilemiyorum bu hıyar.
"Görüntüler" yayınlandı aslında. O "türbanlı bacının" görüntüleri yayınlandı. "Türbanlı bacının" aslen kimsenin saldırısına, çişine, tacizine maruz kalmadan, gayet rahat ve olağan şekilde Kabataşta yürürkenki o "görüntüleri yayınlandı. Görüntü de yok, Allahın sopası da yok.
Aman kimse kimseye saldırmasın zaten, üzerine işemesin, taciz etmesin.
Sana, sen her kimsen; kime oy verdiysen, kime inandıysan; sana, senin gözünün içine baka baka YALAN SÖYLEYEN var Gezi'nin arkasında.
Seni kışkırtmaya çalışan, bizi paramparça yapan hep aynı kişi.
Bil istedim bunu. Doğruyu en çok sen hak ediyorsun, en çok sen sömürülüyorsun çünkü. Kullanılan, manipüle edilen sensin çünkü en çok. Kandırıyorlar seni.
Bil istedim!
Sahi...
YALAN SÖYLEYENE ne deniyordu?

Cuma, Temmuz 11, 2014

SİNİR BOZAN KOREOGRAFİ

27.8K tweeet geçmiş aramızda.
27.8K!
Çoğunda da, bana tanınan hakkı sonuna kadar kullandığım düşünülürse; 27.8K X 140 .
"Günlük tweet" ortalamam; 12.8 .
Lakin anlatamamışım. Hala anlayamayanlar olduğunu görünce; bunu anlıyorum. Anlatamamışım.
Hatayı kendimde arıyorum. Bir yerde bir şeyleri noksan bırakmışım sanırım.
"İfade etmenin", benim için bir saplantı olduğu düşünülecek olursa, vazgeçmem kolay kolay.
"İfade etmeyi" bırakamam.
Kolayı bıraktım mesela. Fakat ifade etmeyi bırakamam.
Ben bıraksam; o beni bırakmaz.
Dövme gibi! Dövmeye olan zaafım da bundan.
Hep peşimde zaten saplantım. Basit bir alışkanlığı saplantılaştıran da budur.
Saplantı, alışkanlığın tutkulusu,tehlikelisidir.
Her attığım adımda peşimde.
Ensemde. Dans ediyoruz sanki. Dansı kim idare ediyor, pek emin değilim.
Sinir bozan bir koreografi adeta. Çok senkronizeyiz.
Bir gerçek, ve onun gölgesi gibi.
Ciddiye alan biriyim, ondan olabilir bu. Ciddiye almanın bir yan etkisi olabilir bu.
Saplantılı olmak, hasta işidir biraz.
Belki biraz hastayım Bana sğlıklı birini göster lütfen! Göster ki; hasta mıyı, değil miyim anlayayım.
Suya sabuna dokunan biriyim. Mikrop sevmiyorum çünkü.
Teknik olarak; Suya sabuna dokunmayan, pistir. Mikropludur.
Pis insan sevmem ben. Mikroplu pis insanlarda nefret ederim.
"Ciddiye alan" biriyim. "hiçciddiyealmayan" birine göre, epey ciddiye alan biriyim.
Ciddiye almayanların, karşıt maddesiyim.
Onu ciddiye alma, bunu ciddiye alma, o öyledir, bu şöyledir diye diye gelmedi mi zaten bütün bunlar başımıza?
Ciddiye almamaya programlanmadık mı biz? ne çektiysek, umursamamaktan çekmedik mi?
Hep, "Bize bir şey olmaz, Anıtkabir bizi korur!" demedik mi?
Bak neredeyiz şimdi? Bak kimleri en çok ciddiye alıyoruz şimdi!
Bak, millet uzayda,uzay otelinde kalırken, biz nelerle uğraşıyoruz?
Yıldız Tilbe'yle uğraşıyoruz mesela.
Yıldız Tilbe'yi de ciddiye alıyorum mesela ben.
Düşün artık ne kadar ciddiiye aldığımı.
"Delikanlım" güzel şarkıdır.
Yıldız Tilbe'yi ciddiye almaya devam da edeceğim.
Ta ki, kendisi "Rapor" alıp, bu raporu tüm dünya ile paylaşana kadar!
Kendisini 300 bin kişinin takip etmesini ciddiye alıyorum.
300K!
Kaldı ki bu 300 bin kişinin, 299 bini neden kendisini takip ediyo, tahmin edebiliyorum.
Eğlenmek herkesin hakkı.
Oysa beni gayet "yıldız tibe,nihat doğan,hilalcebeci...vs.. free" bir hayatım var.
Onlar olmadan da eğleniyorum, inan bana! Yemin ederim!
Lakin "2x2=6" demek ile, "HİTLER AZ YAPMIŞ" demek arasında bir fark olduğunu, çok büyük bir fark olduğunu söylememe gerek yok sanırım?
Biri, eğlenceli bir aritmetik hata iken; diğeri SUÇTUR. ÇOK BÜYÜK BİR SUÇTUR ÜSTELİK.
Federal Almanya anayasasının ilk 3 maddesini oku derim bir.
"HİTLER AZ YAPMIŞ" bir NAZİ SÖYLEMİDİR ve nazi söylemi, dünyanın her yerinde suçtur.
Dünyanın başka hiçbir ülkesinde, RAPORU OLMAYAN hiç kimseye söyletmezler bunu. RAPORU OLMAYAN hiç kimsenin yanına kar kalmaz bu söylem.
Dünya tarihinin bu en büyük suçunu,bu en büyük,en vahşi soykırımını; bugünkü İSRAİL DEVLETİNİN GAZZEDEKİ KATLİAMINI anlatırken kullanmak, iki yanlışı bir doğru yapma gayreti içinde olmak da korkunç bir hatadır.
Bu korku tünelinden, bir an önce, hep beraber çıkmamız lazım.
Bu "OH OLSUNCULUĞU", bu "MUSEVİLERE AZ YAPMIŞLAR ZATENCİLİĞİ",
NAZİLERİN, milyonlarca yahudinin, kadını-erkek-yaşlı-çocuk-bebek, yakmasını; bir devlet politikası olarak sistematik şekilde yok etmek istemesini bugüne, bugünkü İSRAİL DEVLETİNE duyulan nefreti açıklarken kullanmak; bu soykırımı, bir şekilde,korkunç bir intikamcılıkla gerekçelendirmeye çalışmak da, azımsanacak bir nefret değildir.
Suçlu olan İSRAİL DEVLETİDİR; MUSEVİLER DEĞİL!
ÖLEN HEP İNSANDIR,ÇOCKTUR,KADINDIR,ERKEKTİR,SİVİLDİR,YAŞLIDIR!
Ve umarım , GAZZE'DEKİ bu katliam emrini verenlerin, bu vahşeti destekleyenlerin sonu; NAZİLER gibi NÜRNBERG olur!
Ben yine unuttum kahvaltı etmeyi!

Çarşamba, Temmuz 09, 2014

ÜNLÜLER...ÜNLÜLERİMİZ!

Bir ülkenin sosyal statüsünün, IQ'sunun, gelişmişlik düzeyinin sağlaması 3 noktadan yapılabilir kolayca:
1-Reklam kuşakları
2-Taksileri
3-Ünlüleri
Memleketimizin ünlüleri iki'ye (2) ayrılır mesela:
Kadın ve Erkek olmak üzere.
Şaka yaptım.
"Ben o konuya girmiyorumcular" ve "Ben o konuya giriyorumcular."
Mesela ben şimdi bu konuya gireceğim. Üstelik ben ünlü de değilim.
"Ben o konuya girmiyorumcular", adından da anlaşılacağı gibi, hiçbir konuya "girmezler". Her ne kadar o konular hepimizin hayatına girmiş olsa da; bu türün ünlüleri, o konuların sağından-solundan, üzerinden-altından geciverirler.
Bence bu müthiş bir meziyet. Herkes yapamaz.
Zaten herkes yapamadığı için onlar "özeldir". Çok özeldir hatta.
Çok özel, Çok zengin ve çok popüler.
Umursamazlar. Umursayanları yok sayarlar. Umusamazlar.
Onlarla sinemaya bile gitmezler. Görüşmezler. Telefonlarını açmazlar. Sevgili olmazlar.
Hiç risk almazlar. Alamazlar. Fizksel bir engelleri de yoktur aslında. İsteseler alırlar. Lakin istemezler! Bilerek istemezler! Zira risk alan; para kaybedebilir. Şöhreti azalabilir. Bunu hiç istemez bu tür ünlüler.
Jipleri vardır hepsinin. Genelde beyaz jipler. Aşırı pahalı spor arabaları vardır. Arabaları o kadar güzel, parlak, havalı ve pahalıdır ki; arabaları park halindeyken bile başlarına adam dikerler bir şey olmasın diye. İSPARK'a güvenmezler.
Elektrikli araba kullanan ünlümüz var mı?
Niye olsun ki? Beyaz jip alacak paraları varken...?
Zaten eminim, GEORGE CLOONEY'in beyaz jip alacak parası yoktur.
Her 3 kişden 1'inin magazinci olduğu semtlere giderler bu kapıları yukarı doğru açılan spor arabalarıyla, koca beyaz jipleriyle ve her nasılsa; o magazinciler onları görüntülediğinde, yani işlerini yaptığında, kızarlar. Öfke nöbetleri geçirirler.
Büyücüdür her biri!
Hep alırlar. Toplum onlara ne verirse,alırlar. Ama hiç vermezler.
"TOPLUMA GERİ VERMEK" gibi bir nosyonları hiç yoktur. Onları baş tacı edenlere hiç bir şey vermezler geri. Hep alırlar.
Cimri ve bencil birer Robin Hood'dur onlar. Her şeylerini  alırlar onları pamuklara saranlardan.
Zamanlarını, ilgilerini, sevgilerini, dualarını alırlar.
Karşılığında berbat,sıkıcı ve aynı şarkılar yaparlar bu ganimetlerle. Ya da harikulade dizilerde oynarlar.
Daha ne yapsınlar? Onlar da böyle mutludur.
Çok mutlu, çok zengin, çok şöhretli, çok popüler...
"Ben o konuya giriyorumcular" da, adından anlaşılacağı üzere, o konulara girerler. Risk alırlar. Fikir beyan ederler. Belki kariyerini yakanlar bile olur aralarında, çok para kaybederler ama pek sallamazlar.
Tutamazlar kendilerini. Başka türlüsünü bilmezler.
Umursamak bir refleks olmalı.
Bir parçası oldukları toplumu iyileştirmek, doğruları söylemektir gayeleri. Bu türün ünlüleri, "Halka inmezler" mesela. Halklarıyla beraber yükselmek isterler. Kırıp dökmeden, sövmeden, saldırmadan...Sadece düşünerek, düşündüğünü ifade ederek. Geri vermek isterler sadece.
Aldıklarının birazını geri vermek!
Toplu taşıma kullanır, geri-dönüşüm yapar, duşta suyu idareli kullanırlar. Dünya vatandaşıdır onlar.
İyi müzik yapmak, adam gibi işlerde olmak isterler.
Beren Saat de konuştu geçen günlerin birinde. "ilk sözlerini" söyledi. Adım attı.
"Eski Türkiye'yi, 90'ların Türkiyesini özlediğini" itiraf etti. "Tutamadı" belki de artık kendini.
Kenan'la yakışıyorlar birbirlerine.
O da, "o konuya" girdi.
Bunu çok önemsiyorum zira Beren Hanımın milyonlarca insana, her hanede, erişim hızını,etikisini önemsiyorum.
Her haneyi önemsiyorum.
Benden daha fazla dikkate alınacağını biliyorum. Hiç üzülmüyorum, hiç kıskanmIyorum.
Aksine...buna çok seviniyorum.
Umarım devam eder. Çok güzel olmak, çok güzel bakmak, işini çok iyi yapmak dışında; topluma geri verir.
Ona tacını veren topluma!
Gerçi olanlar oldu; ölenler öldü...
Ama yine de...bu da bir bir şeydir!
Darısı diğer türün başına.

Salı, Temmuz 08, 2014

MÜSLÜMAN HAÇLILAR

Garip bir "rönesans" anlayışları var.
Bir nevi rönesansta, rönesans yaptılar anladığım kadarıyla. Daha doğrusu; anlayamadığım kadarıyla! "Değiştirdiler" epey islamiyeti.
Güncellediler.
Lakin bunu "evrensel normlarla", çağa uymak için değil; RANT için yaptılar.
RANT.
Norveçli bir peygamber adı gibi.
Allahı para olanların, peygamberi de Rant olur tabi. Gayet normal.
Bu İSLAMİ RÖNESANSI(!) anlamadım ki ben!
Bir şey anladığım da yok zaten. Anlamamakla geçiyor günlerim şu sıralar yine.
Hobi olarak; "anlamıyorum".
Zaman zaman kendimi bir at gibi hissediyorum. Yulaftan sanırım. Atlaştım iyice!
Arap atı oldum sanki!
Üst beynimi devre dışı bırakıp, diğeriyle; alt beynimle idare etmeye gayret ediyorum. Kim bilir; belki üst beyne ihtiyacım yoktur sandığım kadar? Referans olarak da kendime; ülkemde yaşayan milyonları alıyorum bunu yaparken. Onlar başarabiliyorsa, ben de başarabilirim.
Sadece seks, yemek, içmek...
Bana ne denirse yapmak...
Sormadan, sorgulamadan...
Seks...yemek...içmek...
Değişti "bunların" ellerinde İSLAMİYET. "Müslüman" , "mümin", "gerçek inanan", "dindar" dediğimiz değişti. Gelişti diyemem. Değişti işte!
Halbuki "ÇAĞRI" ne güzel filmdir.
Benim dindar insanla hiçbir problemim olmaz. Benim derdim "dinci" insanla.
Dinci! -ci yapım eki. Din+ci=Dinci
Dinci! "Din satan" kimse.
Simitçi gibi.
"Müslüman" olmak yetmiyor artık. "Bunların istediği, dikte ettiği tür bir müslüman" olmak gerek.
ONA değil; bunlara inanmak gerek.
Hesabı ONA değil; bunlara vermek gerek.
"Camii yakan müslümanlar(!) var mesela.
"Camii yakan müslüman!"
 Sana da biraz çelişkili gelmiyor mu? Haçlı mı bunlar yoksa?
 Müslüman Haçlılar!
 "KABE'Yİ YIKMAK İSTİYOR" bu sözde müslümanlar. Evet! Kabe'yi! Bildiğin Kabe'yi!
Akılları da İstanbul'da. "Arkaları" sağlam burada.
"Gözüne girmen gerekenler" değişti. Aramıza girdiler. Çoktan girdiler "ARAMIZA" . Biz kimse giremez sanıyorduk aramıza. Öyle öğretti herkese; müslümanlığı öğreten.
Dedi ki; "KUL İLE HAK ARASINA KİMSE GİREMEZ" dedi. Bunu merkeze koydu. Önceledi bunu.
"Kul hakkı!" dedi. "Kul hakkı!"
Anneannelerimiz, dedelerimiz, büyükbabalarımız, büyükannelerimiz da defalarca tekrar etti bunu.
Biz böyle bildik; böyle öğrendik. Sonra bir takım "sapıklar" türedi.
"HAMİLE KADINA HALLENEN, HAMİLE KADIN FETİŞİ" olan, sözde islam bilginleri, şarlatanlar çıktı ortaya. "Sahur Sohbetleri" yapıyo bu Kamasutracılar!
Biri, "KADINA BAKARKEN BOŞALIRSAN; ORUCUN BOZULMAZ!" dedi sonra.
Ne içmişti bunu söylemeden, bilemiyorum. Belli ki oruç yaramıyor bazılarına.
"KADIN KISIRSA; ERKEK 2. EŞİ ALABİLİR." dedi bir başkası, bir kadın programında. Kadın itiraz etmedi.
"Tersi olursa ne olur?" diye sormadı kimse. Dinledi herkes.
AT GİBİ.
Allah...Tanrı...Budha...Evren...Karma...Enerji...Uzaylılar...
Kim neye inanmak isterse inansın.
"AKIL", herkesi, "YOBAZDAN" korusun...
Sonumuz hayır olsun.


Pazar, Temmuz 06, 2014

ŞOFÖR

Djokovic ve Federer'le randevum vardı ne güzel.
Çimlere yayılacaktık ne güzel.
Randevumuzun saatin bekliyordum evde ne güzel.
Dün akşam şahane insanlarla, şahane bir #kafamadaböceklervar seansı yapmıştık ne güzel.
Saçma bir mutluluk, yersiz bir keyif vardı üzerimde. Korkarım böyle zamanlarda.
Federer'i de abim gibi severim. Oysa büyüğüm ondan.
Sonra, yanlışlıkla, gözüm twitter'da yerel TT listesine kaydı. Engel olamadım.
Salağımdır çünkü ben.
Kör olabilmeli bazen insan. Ben olamadım. Vizörü kapayamadım.
Ve...
Ve...
Dilim varmıyor bunu yazmaya...
"KARMA EĞİTİM KALDIRILSIN" gibi çirkin bir şey gördüm o listede. Birileri öldürmek istiyor bu ülkeyi.
Sırada hangi hashtag var diye düşündüm mesela.
#KIZ ÇOCUKLARINI ÇÖLE GÖMELİM
 Bu "Yeni Türkiye" dedikleri var ya; işte o "ESKİ İRAN" aslında.
Her yeni olan şey, iyi midir sanıyosun?
Bu "YENİ TÜRKİYE" tehlikeli.
Dünya için. İnsanlık için tehlikeli.
Twitter'ı azaltmam lazım biraz.
Einstein haksızmış. Albert yanılmış.
Hani zaman makinesi imkansızdı? Hani zamanda yolculuk mümkün değildi? Biz başardık. Yaptık makineyi.
Orta Çağ'a döndük.
Karanlıktan belli değil mi? Sen güneşe ne bakıyorsun? Güneşin işi seni kandırmak. Aldanma. Kandırma kendini. İzin verme güneşe.
Tünel var; evet.
Işık var tünelin ucunda; evet.
Ama ışık karanlık.
Tünelin sonunda IŞİD var.
Hiçbir şey yapmasa insan; dursa sadece, tırnakları uzuyor. Saçı uzuyor. Zaman hep ileri gider.
Biz nasıl çevirdik zamanın yönünü? Bunu nasıl başardık biz?
Ülke olarak "NOBEL" almalıyız. "MODEL" ülkeyiz; evet.
Peki kaç modeliz?
Şu an hangi yıldayız biz? Kaç haneli şu an içinde bulunduğumuz yıl?
Otobüslerde şoför, "GERİYE DOĞRU İLERLEYELİM!" der ya hani; işte biz tam o durumdayız.
Şoför kim, bil bakalım!

Cumartesi, Temmuz 05, 2014

GERÇEK ÇOCUKLAR

Bazen üresem mi acaba diyorum? Birine bir genetik miras bıraksam mı?
Birine bunu yapmaya hakkkım var mı ki? Bırakacağı şeyi biliyorum çünkü.
Üstelik henüz doğmamış birine bunu yapmak istemem.
Başka bir şeyler bırakma ihtimalim epey düşük zira. Ayakkabılarım var. Kıyafetlerim var. Ayakkabı ve kıyafetlerim bir kişi için çok fazla. Görünce hatırlıyorum çoğunu. Çoğalırsam çok dikkatli olmam lazım. Her çocuk bir projedir. 
Önce metodumu seçmem lazım. Gerçeği seçiyorum ben.
Gerçek kalmalı ve onu hayata faydacı bir şekilde hazırlamayı seçiyorum.
"Kardeşi sev",
"Oyuncaklarını kardeş ile paylaş"
"Yalan söyleme"
"Dürüst ol!"
"Herkese yardım et!"
 "Çalma!"
Bu zırvalardan uzak tutmalıyım onu eğer onu seviyorsam.
Başkası sevmese de olur. KORKSUNLAR YETER! Anaokulunun bahçesine gömmeliyim bunları. Zira ona büyürken, büyür büyümez, bunları unutturmaya çalışacaklar.
"Kimseyi sevme" diyecekler ona. "Kimseyle bir şeyini paylaşma" öğütleyecekler. "Açık verme,duygularını belli etme, yükselmek için herkesi ez!" diye uyaracaklar.
Çalarsan, yakalanma.
Yavrumun o güzel kokan kafası karışsın istemiyorum büyüyünce. Pişman olmasın benim gibi.
Ona yetişkin bir bebek gibi davranacağım.
Ona ilk evvela bencil olmayı öğretmem lazım. İlişkilerini menfaat üzerine kurmalı. Hep merkeze kendini koymalı. Rengini belli etmemeyi aşılamalıyım ona. Rüzgar nereden eserse oraya doğru açmalı yelkenini. Başkalarının başarılarını sahiplenmeli ve elbette kusursuz bir yalancı olmalı benim yavrum. Vicdan, hoşgörünün, anlayışın, empati...Bunlar yok. Ahlak yok. Ahlak onu yavaşlatır çünkü. Her şeyi, ama her şeyi paraya tahvil etsin. Ahlakı,vicdanı,karakteri,vefayı,inançlarını,prensiplerini,dini gerektiğinde, hiç düşünmeden elden çıkarabilmeli. Herkesi satabilmeli. Gaddar olmalı. Rantçı olsun.
Başkalarına yardım etmenin zaman kaybı olduğunu bilmeli. Koluna Makyevelist yazarız dövmeyle 3 yaşında filan. Ayrıca narsist; hatta duygusal bir sadist yapmalıyım onu. Tabi önce duygularını almalıyım bedeninden. Et kaplı bir robot olsun! 
Sadece kendine odaklı, bir lazer gibi konsantre olmuş bencil ve hissiz bir robot olsun.
Kolaylıkla yalan söyleyesin zerre düşünmeden, tereddüt etmesin! Üstelik insanların,pardon; rakiplerinin, gözlerinin retinasını delerek yapsın bunu. Hep mağdur olsun. Asla özür dilemesin.
 Her durumda, her koşulda hep ezilen oymuş gibi yapsın ama en çok o ezsin. Hep üstte olsun, hep üstte kalsın, hep üste çıksın.
Bunları zaten kendi kendine öğrenecek. Benden öğrensin.


Cuma, Temmuz 04, 2014

John Q. vs. Ekmelleddin İhsanoğlu

O kadar uyamadım ki yine dün gece. Bu başka bir yazının, yazıların konusu. Yine gayet uyuyamadan önce, John Q.'yu yine izledim. Bu 3. oluyor üstelik. İyi filmler en az 4 kere izlenmeli bence. Kötü filmler de 2. Eş zamanlı, sayın Ekmelleddin İhsanoğlu varmış başka bir kanalda. Kendisini yine izlemedim. Daha önce hiç izlememiştim üstelik. Ben sayın John Q.'yu izledim başka bir kanalda.
Sayın Ekmelleddin İhsanoğlu'nun takım elbisesini, kravatını görmedim. Hiç merak da etmiyorum. Bıyıklı olduğunu hatırlıyorum sanki hayal meyal. Zaten bıyıkları olmasaydı şaşardım. Sayın Ekmelleddin İhsanoğlu'nu hiç merak etmiyorum ben. Benim için ne düşündüğünü, bü ülke için planlarını, projelerini hiç merak etmiyorum.
Bende merak duygusu uyandırmayan, uyandıramayan daha çok, insanları merak etmiyorum haliyle. Gayet normal bu. Yani meraksızlığımın normal olduğunu düşünüyorum.
Son yıllarda o kadar çok Ekmelleddin İhsanoğlu gördüm, tanıdım ki; yeni bir Ekmelleddin İhsanoğlu'na ihtiyacım, özlemim yok anlayacağın. Neden kendisinin seçildiğini, dünyaya yayılan, neredeyse 90 milyon Türk vatandaşı içinden nasıl öne çıktığını, hangi normlarla, hangi fikrin, görüşün, geleneğin çatısı olduğunu bile merak etmeyi bıraktım.
Aklım Brezilya-Kolombiya maçında. 2 günlük tatil bitti dünya kupasında. Dünya Kupası için tatilden dönerdim mesela.
Sivas Katliamında, insanların YAKILDIĞI, insanların başka insanları YAKTIĞI SİVAS KATLİAMINDA; "Aziz Nesin'in de tahriki var" diyen bir insanı merak etmem ben. Edemem.
Son yıllarda çok gördük bunu söyleyen insan. Çok tanıdık bu CİNAYETLERİ GEREKÇELENDİRMEYE çalışanları. Yeni birini görmeye, tanımaya ihtiyacım yok. Dinlemem bunu söyleyen bir kişinin başka söylediği hiçbir şeyi. Duymam. Ciddiye almam. Böyle bir şey söylenmemiş gibi; biri böyle bir şeyi söylememiş gibi yapamam. Bu öyle "ağızdan kaçacak  bir şey" değil çünkü.
Ne farkım kalır o zaman o yakılan insanları yakan insanlardan?
Yine "YOK SAYILDIM" ben. Kaçıncı kere oluyor bu bilmiyorum. Bıraktım saymayı filan da. Ağrıma gidiyor ama yok sayılmak artık. Bir seçmen, bir vatandaş olarak önüme sunulan seçeneklerden "KÖTÜNÜN İYİSİNİ" seçmek zorunda olmaktan sıkıldım ben. Sen sıkılmadın mı? Muhalefetin, bir türlü, "TWITTER SİYASETİNİ" aşamamasından, benden daha fazla bir şey yapmıyor olmasından sıkılmadın mı?
Islak kıyafetler gibi vücuduma yapışan çaresizlikten bıktım ben. Soyunmak istiyorum artık.
O ıslak kıyafetleri çıkarmak istiyorum. Ne olacaksa olsun artık; görmek istiyorum.
Kendimi ona göre konumlandırmak, yerimi "YURDUMU" bilmek istiyorum. Başka birine, başka bir fikre, geleneğe olan tepkimin "SÖMÜRÜLMESİNDEN" nefret ettim. Kullanılmaktan, enerjimi emmek isteyenlerden nefret ettim.
Tatil sevmiyorum ben. Çok sıkılıyorum tatildeyken. Haliyle tatilde olmayacağım o büyük gün geldiğinde. Lakin tatilde olsaydım da; dönmezdim.
Brezilya-Kolombiya maçı için dönerdim tatilden mesela.
Bunları, beni "yok sayanlara"; "var olduğumu" anlatmak için yazıyorum.
Nasıl olsa, yine yok sayılacağım.
Maç akşam 11'de.