Pazartesi, Aralık 07, 2015

DOLMUŞLAR ve DEMOKRASİ MAKİNASI


Türkiye bir demokrasi değil.
Buradan başlamak lazım yazmaya ve okumaya. Ben yazmaya buradan başlıyorum. Türkiye bir demokrasi olamaz. Mümkün değil. Teknik olarak, altyapı olarak, coğrafya olarak, geçmiş ve gelecek olarak mümkün değil. Bunda bir şey yok. Sıkma canını o kadar. Onlarca ülke var demokrasi olmayan. O sınıfa dahil oluruz. En azından sınıfımızı biliriz. Bu, "arada kalmışlık", bu "külürel ve sosyal araf" çok beter. Şaşkın zombiler olduk çıktık. Öldük mü, kaldık mı, ondan bile emin değiliz. Böyle zombi mi olur?
Demokrasi olan onlarca ülke de var öte yandan. Hazır ülkeler var. Belki hazır olanlarına gitmek lazım. Çok oldu giden. Çok insanın, çok kalifiye insanın var aklında gitmek. Aklı Greencard başvurusunda çok insanın. Haber bekliyorlar. Uyumadan önce greencard duası ediyorlar. Herkes çile çekmek istemiyor sanıldığı ve söylendiği kadar. Herkes çilekeş olmak için okumadı. Zaten aklı başında olan insan, bile bile çile çekmek istemez. Çile çekmeyi sevmez. Hasta değilse; sevmez. Çile çektirenleri de sevmez hasta olmayanlar. Çile çekmek normal bir şeymiş gibi yapanlardan uzak dururlar hep. Manyak değillerse; uzak dururlar.
"Peki Yunus efendi! Türkiye hiç mi demokratik değil?". 
Bir diktatörlüğe kıyasla, demokratik elbette. Yarım yamalak demokrasi, hiç demokrasiden daha korkunç bence. Var zannediyorsun ama yok. Kafan bulanıyor. Midem bulanıyor sonra. Sürekli bir kandırılmışlık hissiyle dolanıyorsun. Dipte hep bir endişe. Berbat bir şey kısaca. "Demokrasisizliği" tercih ederim, "az demokrasiye". 
Denedik. Olmadı. 
"Türkiye Cumhuriyeti Projesi" olmadı.
Bakıldığında, olmuş gibi duruyor ama olmadı aslında. Uzaktan öyle duruyor. Yakından, içinden gerçek çok başka. Olabilecek olsaydı olurdu 90 küsür yılda. Detaylarla uğraşıyor olurduk şimdi. Süslüyor olurduk onu. Daha da güzel olurdu o zaman. Yıkmaya kıyamazdık. 90 küsür yıl çok uzun bir süre bir şeyler olmak, bir şeyleri oldurmak için. Bir çok insan, bir çok şey 90 küsür yıl yaşamaz bile.
Birinin bunları söylemesi lazım ve de artık. 
Benden daha mühim birinin. Lafı dinlenen birinin. 
Yüksek sesle konuşamadıklarımız tortu oluyor çünkü sonra. Kalıyor. Geç kalıyoruz. Birikiyor. Başımız belaya giriyor seslendiremedikçe bazı şeyleri yüksek sesle. Yüzleşmekten kaçtıklarımız yok olmuyor ki zamanla. Sadece kaçıyoruz biz onlardan. Buluşmalarımızı erteliyoruz. Arıyorlar, açmıyoruz. Bahaneden bol ne var!
Ama onlar hep orada. Bekliyorlar. Vakitleri de var. Çok vakitleri var.
Türkiye bir demokrasi değil. İnsanları demokrat değil çünkü. Biri olmadan, diğeri olmaz. Demokrasi bize pratikte lazım. Sevmemiz lazım, çok sevmemiz lazım onu olması için. Sandığımız kadar sevmiyoruz. Sandığımız kadar önemsemiyoruz. Bir çoğumuz varlığından haberdar bile değil. Bilmediğimiz bir şeye ne kadar ihtiyacımız olabilir ki?
Tanımadığı birini özler mi insan?
Dünyanın sonu değil bu. Kabul etmek lazım. Önünde engeller var Türkiye’nin bir demokrasi olması için. Büyük engeller.
Genetik ve gelenekler. İkisi de değişmez kolay kolay. Bugünden yarına değişmez. Engeller bunlar. Bizden kuvvetliler. Kararı bunlar verecek. Verdi. Veriyor.
Beceremiyoruz biz demokrasiyi. Saygı duruşlarını beceremediğmiz gibi. Oysa ikisi de çok kolay. İnat etmesek, çok kolay. 
Zaten biz neyi becerebiliyoruz ki? Retorik bir soru değil bu. Lütfen bana çok iyi yaptığımız, en iyi yaptığımız, hakkını verdiğimiz ve dünyada da karşılığı olan tek bir şey söyler misin?
Hiçbir şeyi beceremiyor olmayı beceriyor olmamız sana da garip gelmiyor mu? Zor değil mi mesela bu kadar beceriksizlik? Becerikli olmaktan daha zor değil mi?
Yuvarlak bir deliğe, bir küp sokmaya çalışıyoruz onlarca yıldır.
Elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Bir silindire ihtiyacımız olduğunu anlayamıyoruz bir türlü. Yuvarlak bir deliğe bir küp sokamayacağımızı, bunun  teknik ve fiziksel olarak mümkün olmadığını fark edemiyoruz. Uyaranlara kızıyoruz. Hapse filan atıyoruz hatta. Elimizdeki küpü yontuyoruz sürekli. Küpten silindir yapmaya çalışıyoruz. Onu da yapamıyoruz üstelik.
İyi yontucular da değiliz. Ne yonttuğumuzu, ne de, ne için yonttuğumuzu bilmiyoruz. Sadece yontuyoruz. "Yont" diyor birileri. Biz de yontuyoruz. İnanmadan. Şuursuzca. İnanmazsan çok zor. Senin olması çok zor inanmadığın bir şeyin. Çağırsan gelmez inanmadığın şey. Sesini duyuramazsın ona. Duysa da umursamaz.
Zaman kaybediyoruz sürekli. Zamanın da kıymetini bilmediğimiz için, zaman kaybettiğimizin ayırdına varamıyoruz. Zamanın kıymetini bilmeyenlere normal gelir onu kaybetmek. Oysa bu korkunç bir şeydir. Zaman kaybettiğimizi anlamadığımız için, zaman kazanmayı da umursamıyoruz. O kazandığımız zamanla, onu kazansak, neler yapabileceğimizi göremiyoruz.
Zaman geçiyor bu arada. Hızlıca. Durmadan ve beklemeden.
Oy vermek mesela. Karar vermek yani. Karara ortak ya da karşı olmak yani. Çok mühimdir bu demokraside.
Kendini ifade etmek. Düşünürken özgür hissetmek. İtiraz hakkı. Eleştirmek.
Risk almaktır hepsi. Ama insanı canlı kılar. Riskin cazibesi diyorum ben buna. Bir kumarbazı düşün! Baştan sona canlı kılar. Heyecan verir. Bu hazzı bilmiyor çok baskın bir çoğunluk. Çok kalabalıklar bilmeyenler. Kalabalık ve organize. İnsansız işleyemez demokrasi. Onlar olmadan olmaz. Onlarsız olmaz. Bu haz olmadan, bu heyecan yayılmadan olmaz. Zaten yayılsa sel olur halklar. Selin de önünde kimse duramaz.
Marş motoru “özgürlüklerdir” demokrasinin.
Sokağa çıkalım mı seninle vaktin varsa? Soralım mı insanlara bir şeyler. Yoksa hiç bulaşmayalım mı?
Önceliklerini soralım mesela. Özgürlükler, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, sanat, spor…
“Bunlar öncelikler listenizde ilk 10’a girer mi?” diye soralım mı?
Yoksa cevabı bildiğimiz sorulardan vaz mı geçelim?
“Vazgeçenler” çoğaldı. Onları çok iyi anlıyorum.
"Oy verme bilinci", çoğunlukla, "alışkanlık" olarak tanımlanan toplumlarda mesela, demokrasi makinası çalışmaz. Zira bu tip toplumlar, demokrasinin ne olduğunu, kim için olduğunu, onunla neler yapılabileceğini, ne işe yaradığını bilmez.
Demokrasinin olması için, demokrasi olmadan yapamıyor olması lazım kişilerin, toplumların. DNA'sına işlemiş olması, yerine başka hiçbir şey, hiçbir kişi koyamaması lazım.
Demokrasi bir refleks olursa iş görür ancak. 
Hayatının neresinde var demokrasi? Okulda var mıydı? Trafikte var mı? Ailende? Dolmuşta para üstü isterken bile utanıp sıkılan bir toplumda, hangi demokrasi?

“Benim dediğimi dediğin sürece, benim inandığıma inandığın sürece; ne dersen de, neye inanırsan inan”

Sözde demokrasimizin ilk cümlesidir bu. En hasta halidir. Ölmesi gerekir bunun. Ölmeden yeniden doğamaz çünkü. Gücü eline geçiren, kişiselleştirir onu. Kölesi yapmak ister.
En basitinden; tuttuğumuz takımların başkanlarına baksana? Neler söylediklerine, tavırlarına baksana. Başka takımlar söz konusu olduğunda, kendine bak ya da. Bir umut var mı?
Hayatının ne kadarı demokrasi? En son ne zaman kullandın onu? Evden çıkarken, her gün yanına alıyor musun onu? Gittiğin her yere o da geliyor mu seninle cüzdanın gibi?
Demokrasi senin kimliğin mi? Cüzdanında mı duruyor?
Bir belçikalının demokrasiden anladığı şeyle, seninki aynı olabilir mi? Buna izin var mı?
Bir isveçli kadar sık sığınıyor musun ona? Arkana alıyor musun? Sırtını dayıyor musun?
Bir alman kadar güveniyor musun? İlişkiniz sağlam mı o kadar? Özlüyor musun mesela olmadığı zamanlar? Arıyor musun onu?
Sen hala Afganistan'dan farkımız var zannediyorsun.
Zayıflık kabul edilir bu topraklarda aslen özgürlük olan şey. “Yumuşak” gelir bir çoğuna. Korkar pek çokları demokrasiden, medeniyetten korktukları gibi. Kullanmayı bilmediklerinden.
Acıdır bu. Çok acıdır.
Korktukları kendileridir aslında. Noksanlıklarından, yetersizliklerinden korkarlar. Açık vermekten korkarlar. Açıkları çoktur çünkü. Bir kıta kadar çoktur.
Şartları olur demokrasinin. Talepleri olur. Bir kullanma kılavuzu olur.
Böyle değilse şartlar, çalışır gibi yapar makina. Sık sık bozulur.
İş görmez.
"Fiyakalı" bir kelime olarak kalır. Takım elbiseli adamların, haber kanallarında, bültenlerinde ağızlarını doldurmaktan başka bir halta yaramaz. Halbuki çok daha fazlasıdır.
Ve herkes içindir demokrasi. Anlayamadığımız budur bizim. Zaten bir anlasak...anlamaya bir başlasak...anlamanın tadını bir alsak...
En güzel tarafı, adaletidir çünkü.

Türkiye bir demokrasi değildir. Olamaz da. Böyle başladım, böyle de bitireyim.

1 yorum:

  1. THI CÔNG BIỂN HIỆU CHO QUÁN
    Đối với các cửa hàng quán xá không thể không có biển hiệu, biển hiệu như là bộ mặt của quán, để khách hàng có thể nhận diện được quán giữa vô vàn các cửa hàng quán xá khác.
    Mỗi hình thức kinh doanh, mỗi quán xá, mỗi cửa hàng lại có một kiểu biển hiệu khác nhau.
    Ví dụ như biển hiệu quán cafe hay biển hiệu quán trà sữa, biển hiệu shop thời trang hay biển hiệu các nhà hàng, khách sạn thì cần có thiết kế đẹp mắt, sang trọng, mang nét hiện đại hoặc vintage tùy theo thiết kế của quán. Với những biển hiệu này thì đa số sử dụng các loại biển hiệu chữ nổi có chất liệu như Inox, Alu, Mica hoặc thậm chí là Neon,... những chất liệu này có tính thẩm mỹ cao, tạo nên những hình dáng nổi bật, bắt mắt nhưng không kém phần sang trọng.
    làm bảng hiệu quảng cáo
    bang hieu quang cao
    ốp alu
    ốp tấm alu
    Lại có một số biển hiệu khác lại được làm từ bạt Hiflex là chủ yếu như các biển hiệu quán nét, biển hiệu quán ăn vặt, quán ăn bình dân hay biển hiệu các quán bia hơi, quán nhậu, biển hiệu các quán tạp hóa,... Lí do là bởi các hình thức kinh doanh này không cần chú trọng đến tính thẩm mỹ bằng các hình thức kinh doanh ở trên nên việc đầu tư quá nhiều tiền vào biển hiệu là không cần thiết, nên việc sử dụng chất liệu là bạt Hiflex sẽ tiết kiệm được chi phí mà vẫn đảm bảo được biển hiệu rõ ràng, đẹp mắt nhằm thu hút khách hàng.
    làm bảng quảng cáo
    lam bang hieu
    thi cong bang hieu
    lam bang hieu quang cao
    QUẢNG CÁO ĐẠI PHÁT
    SĐT: 0935 79 00 28
    Website: thietkethicongdaiphat.com

    YanıtlaSil