Cumartesi, Ocak 23, 2010

ROCK TANRIÇASI

Bir yılbaşı sabahıydı. Yeni yıla aşık girmiştim. Yeni yılda aşık kalırım sanmıştım. Hayatımdaki ilk gerçek kadın oydu.
Ben saklambaç oynamayı yeni bırakmıştım.
Büyüktü benden. Ben küçüktüm. O baya bir kadındı. Ben o kadar erkek değildim. Bu kadar kadın bana çok fazlaydı.
Bu bile onu kocaman yapmama yeterdi. Kuvvetsizdim önünde. Telaşlıydım. Hatta sakardım galiba. Sanki her yer kristal bardak, tabaktı...Ve ben çok sakardım.
Harçlığımı biriktirip bir altın kolye aldım ona. Kadınlar takı sever diye bir yazı okumuştum. Her takı aynı olur sanmıştım o zaman, her kadını aynı sandığım gibi.
Artık yapmıyorum o hatayı. Akıllandım. Her kadın başka kadınmış,anladım.
Bir insan ne kadar akıllanabilir ki?
Tombala oynamadığım ilk yılbaşı olmuştu o yılbaşı. İlk 'aşk travmamı' da o gecenin sabahında yaşadım.
Büyüdükçe travmalara alıştım.
"Tecrübe" dedim onlara. Alıştım. Zaten neye alışmadım ki? İnsan alışmaya programlı. Alışınca unuturum sanıyor. Geceyi pek hatırlamıyorum. İçtim o gece! Arkadaşımın evindeydik. En iyi arkadaşımdı. Ev 2 katlıydı. Hep deterjan kokardı. Bir başka kız yüzünden küstük sonra en yakın arkadaşımla, bir daha konuşmadık!
Güya hiç ayrılmayacaktık.
Ev hücre evimizdi. İki katlıydı. O, hayatımdaki ilk gerçek kadın, alt katta uyudu. Sabah oldu. Ben alt kata indim. Hediye cebimdeydi. Uyanmasını bekledim.
Hayır, onu uyurken seyretmedim.
Uyandı. Alkol, sigara ve uyku kokuyordu bütün kadınlar gibi. Bir rock tanrıçasıydı sanki! Saçları dağınıktı. Saçları çoktu. O varsa ben yoktum. Avucundaydım. Bana sahipti. Ve o bunu biliyordu. Saklayamıyordum.
Uslu durmazdı! Başı hep beladaydı. Dövmesi vardı. Benim sakalım bile yoktu.
Sarışındı. Sarı saçları dağılmıştı. Yatak dağılmıştı. Çıplaktı. Gece terlemişti.
"Gece üşümem" demişti.
Başucundaki bir bardak su duruyordu. Çoğunu içmemişti.
"Susarım" demişti!
Eli yastığın altında uyurdu, yumuşak yastık severdi. Gülümsedi hemen uyanınca. Belki de bilerek yapmıştı. Çok acımasızdı.
Hediyesi cebimdeydi: Altın bir zincir ve kolye!
Avucunu buldum yatakta. Yastığın altına kaçmıştı. Avucunu elime aldım. Hediyesini cebimden çıkardım, avucuna koydum. Fısıldar gibi 'seni seviyorum' dedim. Belki bilerek fısıldamıştım. Sadece o duysun istemiştim. Çok acemiydim. Hediyeye baktı. Gülümsedi yine. Aynı değildi ama bu gülümseme.
Bir kadın kaç ayrı şekilde gülümseyebilir? Çok!
Yüzüme baktı. Derin bir nefes aldı. Zamanı içine çekti... zamanı durdurdu... ve dedi ki : 'Yunus seni çok seviyorum, bu yüzden seni sevemiyorum!'
Yatağa geri yattı. Zaman tekrar çalıştı. Ben anlamaya çalıştım. Ne olmuştu? Her şeyi doğru yapmıştım ben. Takı almıştım ona, fısıldamıştım, uyanmasını beklemiştim. O uyurken bir yaş daha büyümüştüm. Acır gibi baktığını hatırladım bana. Şimdi ben terlemiştim. Kızmıştım. Ne yapmam gerektiğini hiç bu kadar bilmediğim bir anım olmamıştı. Üst kata mı çıkmalıydım? Kahvaltı mı hazırlamalıydım? Evden bir hışımla mı çıkmalıydım? Blöf mi yapmalıydım? Kumar mıydı bu? Ben kumarbaz mıydım?
Dişlerimi sıkmıştım. Avuçlarımı da. Uyanmasın diye bağıramamıştım! O uyumuştu, ben kaybetmiştim.
Avucumu açtım sonra.
Oradaydı!
Hediyesi avucumdaydı !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder