Salı, Kasım 10, 2015

SONSUZLAR KULÜBÜ

Merhaba Atatürk düşmanı! 
İzninle sana böyle seslenmek istiyorum. Pek itiraz edeceğini sanmıyorum. Zaten sen de kendine böyle diyorsun. Hatta bundan hoşlandığını, bununla gurur duyduğunu, bunun bir marifet, bir kimlik olduğunu düşündüğünü bile düşünüyorum. Elimde yeterince veri var.
Dünyanın en manasız, en temelsiz düşmanlıklarından biri olabilir bu. Düşman olmanın da var onurlu bir yanı aslında. Bu düşmanlıkta bir onur göremiyorum ben. 
Pek makul de gelmiyor. 
Gerekçelerini makul bir dille anlatsan belki dinlerim de seni. Fakat sen anlatmıyorsun. Sen kusuyorsun. Sen kusarken ben seni dinleyemem.
Elbette herkes herkese bayılmak zorunda değil. Eminim herkesin cebinde var bir "Bayılmadığım insanlar" listesi. Bazı listeler çok uzun. Lakin çok hassas bir noktayı atlıyorsun gibi geliyor bana:
Minnet & Saygı. 
Yine de sen bilirsin. 
Biz dost değiliz. Dost olamayız artık biz seninle. O pencere kapandı. Sen kapattın. Beni yok etmek istemiyor olsaydın, beraber yaşardık da güzel güzel. Ama çok istiyorsun. Beni çok yok etmek istiyorsun. Ben kendimi korumaya çalışıyorum senden. Sen beni yok etmek istediğin için yapıyorum bunu. Sen beni düşman ilan ettiğinden beri böyle bu. Benim seninle, senin benimle sorunun olduğu için sorunum var. Bu kıvamı sen istedin.
Sen Atatürk düşmanısın. Ve bu bana gayet saçma geliyor. Saçma şeylerle arkadaş olamıyorum ben. Eminim başka pek çok düşmanlıkların da var senin. İnsan bir kere yatkın olursa düşmanlığa...Hazır olursa düşman olmaya bu kadar... 
Kadına filan da düşmansındır sen. Kadın olsan da düşmansındır. Eğitime, bilime, gelişmeye, haklara, özgürlüklere, konuşmaya, yazmaya, çizmeye, ağaca, eşitliğe, sanata, sanatçıya...Hep düşmansındır sen bunlara.
Tanıştım ben bazılarınızla. Hiç ağaç sevmeyenlerle tanıştım mesela. Ağaç neden sevilmez? Ağaç onlara ne yapmış olabilir? Tekme atmamıştır mesela. Bir insan ağacı neden sevmez? Yeşil olduğu için mi? Gölge yaptığı için mi? Ağacı suçlayanlarla tanıştım ben. Zaten hep ağaç suçlu.
Saçma.
Yine de sana minik bir tavsiyem var:
Atatürk'ün kurtarıp kurmadığı ülkeler var.
Oralara gitsen mesela? Daha mutlu olmaz misin oralarda? 
Düşünsene; hiç Atatürk yok!
Bence olursun. Dün yeterince gerilmedin mi mesela sen? Milyonlarca insan, aradan geçen onca zamana rağmen, hayatı durdururken dokuzu beş geçe, sinirlenmedin mi? Seni sinirlendirmek için yapmadık inan. O kadar mühim değilsin. Kendini bu kadar önemseme. Sen kendi kendine sinirlendin.
Köpekleri severim ben. Kedilerden daha çok severim köpekleri. Karanlık odalarda tutulan, çiğ etle beslenen dövüş köpekleri var. Ne zaman aklıma gelseler üzülürüm. Onları sevemiyorum. Benim sevdiğim köpeklere benzemiyor onlar. Başkalaşmışlar. Makul değiller artık. Akılları yerinde değil. O karanlık ve o etler değiştirmiş onları. Başka bir tür olmuşlar. Onların bir suçu yok aslında. Suç onları karanlıkta tutup, onlara çiğ et verenlerde. Onları bu kadar saldırgan yapan, onları öldürmeye güdüleyen, yok etmeye alıştıran asıl suçlu olan onlar. Bir köpekten, bir canavar yaratan başkaları. Ve aslında köpekler umurlarında değil. Köpek dövüşünde iyi para var.
Bunu yapma kendine. Üstüne bu kadar gelme. 
Beni yanlış da anlamanı istemem. Anla diye anlattıklarımı, tane tane anlatacağım anlatacaklarımı.
Anladın mı?
Bir öfke, bir alay yok yazdıklarımda. Küfür yok. Küfürsüz yazıyorum. Bir çaba var. Senin için çabalıyorum. Sana yardımcı olmak istiyorum. Sen de mutlu olun istiyorum. Bu nefretle, bu kin, bu nankörlükle, bu ülkede zor. 
Sadece 10 kasım değil ki! Bunun 29 Ekimi var, 30 Ağustosu var, 23 Nisanı var, 18 Martı var...
Ya da herhangi bir gün, herhangi yerde de hatirlayabiliriz biz Onu. Hatirlatabiliriz. 
O kadar çok yer, o kadar çok şey var ki Ona borçlu olduğumuz.
Yok yere canın sıkılır. Zaten o kadar nefret ve kötülük seni yeterince yormadı mı? Zehirlenmedin mi daha? 
Zehirlenmiş gibisin.
Seni kim zehirledi, nasıl zehirlendin bu kadar, seni zehirleyen kaynaklar neler, nereden buldun onları, doğruluklarını sorguladın mı, merak ediyorum. Bu kini nasıl, neyle besliyorsun? Her gün mü?
Günde kaç kere?
Burası doğru yer olmayabilir senin için. Bunu bir düşün. Burası Onun ülkesi çünkü. Ona düşman olmayanların ülkesi burası. 

Biz seviyoruz onu. O da bizi çok sevmiş çünkü. Neler yapmış bizim için. Sevmese yapar mıydı? 
Çok sevmiş.
Onun kurtarıp kurduğu ülke burası. Değişmezlerinden biri bu Türkiye'nin.
Değişmezlerinden biri O. 

Bir çok şey değişmiş olabilir. Bu değişenler, sana hırs, umut vermiş olabilir. Hevesini anlıyorum. İnan bana anlıyorum. Daha bir inanmış olabilirsin. Sona geldiğini, sona gelindiğini sanıyor olabilirsin. 
Sanrı bunlar. Yüksek ateş ve nefret yapar bunu. 
Bitince ne, kim başlayacak zannediyorsun? Biz neredeyiz o esnada peki? Duruyor muyuz öyle?
Hiçbir şey yapmadan...
İtiraz etmeden...
Sen bizi hiç mi tanımıyorsun? 
Unuttuğun bir şey var. Ya da aslında hiç bilmediğin: Sonsuzluk!
Sonsuzluk çok başka bir şey. Çok başka bir zaman dilimine geçersin sonsuz olursan. Hiç bitmezsin. Hiç unutulmaz, hiç yanıltmazsın. Dokunulmaz olursun sonsuzlukta. Sana erişemez herkes. Uçsuz bucaksız olmaktır sonsuz olmak. Başladığı ve bittiği yer olmaz sonsuz olanın. O iki nokta arasında kalan yerdir sonsuzluk. Bir sonsuza ancak bir sonsuz müdahale edebilir. Bir sonsuzla ancak bir sonsuz kıyaslanabilir. 
Onu hayatta olanlarla ölçemez, Onu güncel zamandakilerle yarıştıramazsın. Işığı santimetreyle ölçmeye benzer bu. Doğru sonuca ulaşamazsın. 
Herkesin alınmadığı, kabulü çok zor olan bir kulüptür sonsuzlar. 
O da orda. Sonsuz O da. 
Hiç bitmeyenlerden oldu. Hiç unutulmayacaklardan ve hiç yanıltmayacaklardan oldu çoktan.
Bazı insanlar doğdukları an sonsuz olur. Bazı şarkılar gibi. Sonra anlarsın.
Sen, ben yaklaşamayız ona. 
Hele sen...Seni kapısına yaklaştırmazlar kulübün. Zaten sen de pek yanaşmazsın. Oraya, oralara hiç ait olmadığını anlarsın hemen. Bu histen kaçamazsın. Bu gerçek kemirir seni. 
Gerçi seni pek kestiremiyorum. Senin gibilerin garip bir pişkinliği oluyor. Böyle...yapış yapış.
Bir coşku, bir maç sonu sevinci, bir duygusal an değil bu. Bir gerçekten bahsediyorum sana. Sana bir hayal kahramanı anlatmıyorum. Evimin köşesinde kutsal bir yer değil O. Sapasağlam bir gerçek.
Şunu da hatirlatmama izin ver lütfen. Şımarırken aklından hiç çıkmasın bu:
Onun karşısına kimi, neyi koyarsan koy, kaybeder.
Ama kısa, ama orta, ama uzun vadede...kaybeder.

Bana inanmıyorsan, zamanında kaybedenlere sor.
Yendiklerine sor. Yenip kovduklarına!

1 yorum: